26 Şubat 2014 Çarşamba

Mesafeler

Mesafeler, iki noktanın birbirinden uzaklığı yani.

Tabii ki bu sadece matematiksel bir ifadeyle sınırlandırılamayacak kadar geniş bir konu bu. Mesafeler, hayatımızda birçok alanda karşımıza çıkıyor. Seçeceğimiz işten tutun, çıkmayı düşündüğümüz/hoşlandığımız insanın oturduğu yere, bireysel ilişikilerden, insanların bize yaklaşabilecekleri miktara kadar hepsine mesafe diyoruz aslında.

Can Yücel demiş ya zamanında, 'En uzak mesafe, iki kafa arasındadır, birbirini anlamayan.'.
Biraz düşününce şairin haklılığı da ortaya çıkıyor aslında.

Bir yandan mecazi olarak kullanıyoruz. Diğer yandan gerçek.

Her anımız bir mesafeyi aşmak, aşabilmek için çabalamakla geçiyor.

(Devamı gelecek..)

Hayat

Hayat öyle birşey ki, bir an çok yoğun stres içinde birkaç saatte bir sene yaşlanırken diğer yandan sadece bir gülüş, bir bakış, ya da fiziksel olarak görmesek de bir sıcak söz, bir teşekkür, sadece teşekkür etmek için açılmış bir telefon ile bambaşka bir yöne dönebiliyor..

Bir an çok mutsuzsundur, bir an sonra dünyanın en mutlu insanı gibi hisserdersin..
Bir an streslisindir, bir an sonra dünyanın en rahat insanı oluverirsin..
Bir an ağlarsın, bir an sonra dünyanın en keyifli kahkahasını atarsın..
Hep o bir kişiyle alakalıdır bu..

Hayat mı?
O gerçekten çok güzell.. 

24 Şubat 2014 Pazartesi

Hayat ve Hedefler

İnsanın hedefleri olmalı hayatta.
Hem de herkesin.
7'den 70'e herkesin.
7 yaşındaki için olmasa da 5 yaşındaki bir çocuk için mesela, etrafa ve üstüne sıçratmadan tuvalette işini görmek,  maharet ister. Bu hedefi olabilir ufacık çocuğun. Ya da 70 yaşındaki bir ortayaşlının.
Yabancı dil öğrenmek mesela. Hedef konabilir. En az 5 dili ana dilde konuşacağım. Bunu 30 yaşına kadar yapacağım.
Burada iki konu var. Biri hedefin ne olduğu. Yani ulaşılabilir, başarılabilir olması. Diğeri ise hedefi belli bir zaman içinde gerçekleştirmek. Koyduğun hedefe 5 değil de 20 sene içinde ulaşırsan bunda başarı var denemez. Ya da hedef koyup bunun için belli bir zaman dilimi öngörmezsek.
5 dil öğreneceğim. Ne zamana kadar? Ömrümün sonuna kadar. Bunu gerçekten de hedef olarak düşünebilir miyiz? Bana pek de mümkün gelmiyor. Hedefler koymalı. Ulaşılabilir ve gerçekleştirilebilir.
Bu dediklerim her ne kadar sayısal görünse de aslında değil. Bu hayatın gerçeği.
Hedefler aynı zamanda hayata anlam da katar. Amaç katar. Hani en bilinmez sorudur ya, hayatın anlamı. Bu hedefler hayatın anlamı olabilir. Hayatın anlamını bu hedeflerle belirleyebiliriz. Benim için dil öğrenmek, bir başkası için gezmek, daha bir başkası için de fotoğraf olabilir. Ya da daha da yaygın, ailemiz olabilir hayatın anlamı. Annem için mesela hedefi bizim hepimizi evlendirmek. En kısa zamanda. Bunun için de elinden geleni yapıyor.
Gezmek mesela. Bu yıl bitinceye kadar 5 yeni ülkeye gitmek. Bu bir hedeftir. Hem de gayet elle tutulur ve gerçekçi bir hedef. Tek yapmam gereken yıl sonuna kadar 5 yeni ülkeye gitmek. Bunun için programımı önceden organize edebilir ve bunu gerçekleştirebilirim.
Şimdiye kadar benim de hedefim var sanıyordum bu konuda. 100 ülkeye ve bunlardaki 1000 şehre gitmekti hedefim. Düşününce bunun çok da gerçekçi ve doğru bir hedef olmadığını anladım. Neden peki? Çünkü bir zaman sınırım yok. Bunu 3 senede de, 5 senede de 30 senede de gerçekleştirebilirim. Bana bağlı herşey. Fakat 2014 yılında 5 yeni ülkeye gideceğim dediğim zaman burada herşey var. Zaman sınırı da, belli bir hedef de. Herşey belli. Bana düşen bu hedefe nasıl ulaşabileceğimi organize etmek.

10 yıl içinde dünyaya barış getirme hedefi mesela, çok da mümkün değil. Nedeni ise savaşı oluşturan koşulların 10 senede ortadan kaldırılamayacağı. Bu sadece sebeplerle de alakalı değil. Sebep olması gerekmiyor bir ülkenin bir diğerine saldırması için.
Silahların %50 oranında azaltılması, 20 sene içinde, nispeten daha mümkün görünen bir hedef olabilir pekala.
Demem o ki, hedefler lazım. Dünya için de, kendimiz için de.


20 Ocak 2014 Pazartesi

Avrupalı mı yoksa Asyalı mı?

Sürekli Türkiye'deki mozaikten söz ediyoruz. Sonra İstanbul'dakinden.

İstanbul'un insanın da yerine göre çok değişken olduğunu hepimiz az çok biliyoruz. Yalnız geçenlerde farkettiğim bir durum bana bunun tahmin ettiğimden de daha uç noktada olduğunu gösterdi.

Bunu anlamak için metrodan çıkışı örnek verebiliriz. Taksim-Hacıosman metrosu için özellikle. Taksim durağında metrodan çıkacaksanız, insanlar daha siz çıkmadan girmeye çalışır. Hem de kabinin dolu olduğuna aldırış etmeden, siz çıkmadan içeri giremeyeceğini düşünmeden. (Tabii durakların Taksim'in yoğun insan trafiği düşünülmeden yapıldığını göz ardı etmemek lazım ama çok da ciddi bir değişken değil bu durum) Diğer yandan, hemen bir sonraki durak olan Osmanbey durağında, insanlar oldukça saygılı, çıkanların çıkmasını bekliyor. Sonra girmeye çalışıyor aracın içine.

Aralarında birkaç yüz metre var sadece ve insanlar bu kadar farklı.

Bu normal mi peki?

Sanki Osmanbey Avrupalı, Taksim Asyalı.

Bu aslında sadece ufak bir örnek. Sonraki duraklarda da benzeri farklılıklar göze çarpabiliyor. Kafama takılan ise insanların Taksim'den girince idleri, Osmanbey'den girince süperegoları tavan yapıyor.

Benzer örnekler çoğaltılabilir aslında. Yılbaşında Taksim kutlamaları ile Nişantaşı kutlamaları da farklı bir örnek.

En uç olarak gördüğüm örneklerden biri ise Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin durumu. Oradayken çevreye çok duyarlı, çöpünü hayatta yere atmayan, otoparka aracını park eden, yaya geçidinde her daim yayaya yol veren insan, daha sınırdan içeri girer girmez başlıyor bunların tam tersini yapmaya..

Soru şu: Bunları yapanlar hep aynı insansa, bu insanların bu kadar değişmesinin nedeni ne?

18 Ocak 2014 Cumartesi

Midnight in Paris Filmi..

Midnight in Paris, ya da Paris'te Geceyarısı..

Bir yandan günümüzde geçerken, diğer yandan geçmişe giden,
İnsanı sadece bir insana değil, bir şehre de aşık olabileceğini,
Aşkın farklı hallerinin olduğunu,
Her aşık hissettiğimizde aşık olmayabileceğimizi,
Bunun sadece bir yanılsamadan, kimyadan ya da cinsel tutkudan kaynaklanabileceğini,
İnsanın sadece gerçekten mutlu olduğu yerde yaşaması gerektiğini,
Hayatı paylaştığı kişinin, hayat görüşünü de belli ölçüde paylaştığı kişi olmasını, 
İnsanlar olarak kronik bir geçmişe özlem çektiğimizi,
Yeşil bir şehri,
Romantik bir şehri,
Sakin bir şehri, 
Geceleri bambaşka güzel olan bir şehri,
Bazı şehirlerin hele yağmurda daha bir güzelleşebileceğini, 
Sadece bazen değil, hayatı boyunca, insanın hayallerinin peşinden gitmesi gerektiğini,
Hayatın bazen insanlara farklı anlarda farklı şeyler sunabileceğini anlatan harikulade bir film..
Sıradan insanların hayatlarından bir perde belki de.. 

14 Ekim 2013 Pazartesi

Mühendisler ve Sosyal Sorunların Çözümü

Çok fazla sorunları olan bir dünyada yaşıyoruz. Özellikle sosyal sorunları olan bir dünyada. Ekonomik denge denen şey de olmadığından, bu sorunlar daha da derinleşerek devam ediyor.

Sorunların çözümünde çalışan insanlar genelde sosyal bilimler eğitimi almış, hatta ABD gibi ülkelerde ana alanı bu gibi konular olan 'Social Work' yani sosyal çalışma bölümü okumuş insanlar.

Şimdi soru şu: Bu gibi işlerde mühendisler çalışabilir mi?

Bunun cevabını verebilmek için mühendisleri biraz düşünmek lazım. Nasıl insanlar oldukları ve olaylara nasıl bir bakış açısıyla baktıkları çok önemli.

Her gün birçok iş ilanı yayınlanıyor. Mühendis ilanlarına bakarsanız bazı konular öncelikli aranan yeteneklerdir. Mesela analitik düşünme, çözüm odaklı olma gibi. Peki konumuzla ne alakası var bunun? Aslında çok. Bizim derdimiz sosyal sorunlar değil mi? Evet. Peki istediğimiz bu sosyal sorunları çözmek değil mi? Evet. O zaman çözüm odaklı olmamız gerekmiyor mu? Bence evet.

Tabii ki sosyal konuların birçok uzantısı ve detayı var. Yalnız zaten mühendis olmak da bu noktada avantajlı. Mühendisler konuları hızlı bir şekilde en derin detaylarına kadar iredeleyebilir ve inceleyebilirler. Çözüme de buradan ulaşabilirler. Sosyal bilimler okuyanlar sorun etrafında uzun düşüncelere girip uzun uzadıya tartışıp konuyu değerlendirebilirler. Fakat mühendisler böyle bakmaz. Çok basittir mühendis bakış açısı. Sorunu nasıl, en kısa zamanda, en az kaynak kullanarak, en ekonomik şekilde çözerim? Bu en temel mühendisin bakış açısını yansıtabilir.

Sorunu irdelemek bize ne kazandırır? Çözüme daha hızlı ve emin adımlarla gitmeyi. Bu da sorunlarımızı daha kalıcı ve hızlı bir şekilde çözmemizi sağlar.

Kısaca demek istediğim sosyal bilimler mezunları sosyal sorunlarla ilgilensinler ve çözsünler tabii. Yalnız bakış açımızı değiştirdiğimiz zaman, sorunları çok daha kolay ve pratik çözebiliriz. Bu konuda da mühendisler ciddi anlamda oldukça etkili ve faydalı olabilir. Bir düşünmek lazım.


18 Eylül 2013 Çarşamba

Gönüllü Olmak

Gönüllü olmak demek, karşılık beklemeden vermek demek.
Gönüllü olmak demek, iyilik yapıp denize atmak demek.
Gönüllü olmak demek, mutlu olmak demek.
Gönüllü olmak demek, başkalarının iyiliği için çalışabilmek demek.
Gönüllü olmak demek, gündüz işyerinde çalışıp/okulda derslere girip akşam da geç saatlere kadar çalışıp hiç çalışmamış gibi hissetmek demek.
Gönüllü olmak demek, her nefes alışında daha rahat ve huzurlu hissetmek demek.
Gönüllü olmak demek, insan olmak, insanları karşılık beklemeden sevebilmek demek, kim olduklarından bağımsız olarak.
Gönüllü olmak demek, hayatın o kadar da zor olmadığını bilmek demek.
Gönüllü olmak demek, insanlık için çalışabilmek demek.
Gönüllü olmak demek, aktif vatandaş olmak demek.
Gönüllü olmak demek, insan olmak demek.
Gönüllü olmak demek, almadan vermek demek.