11 Aralık 2009 Cuma

Alışmak...

Evet, başlıktan da anlaşılacağı üzere bugünkü konumuz 'Alışmak'.
Niye peki? Nedenleri var aslında ama burada anlatmak çok da gerekli değil sanki. Burada önemli olan 'Alışmak'ın benim için ne olduğu. Etkileri ve tepkileri...

Alışmak her ne kadar zor olsa da alışkanlıklardan kurtulmak çok daha fazla zorlayabiliyor insanı. Bazı değerleri kaybetmek pahasına korumak isteyebiliyor insan alışkanlıklarını korumak uğruna. Peki neden?

Önce işin bilimsel boyutuna gelelim. Insanoğlunun herhangi bir şeye alışması için 21 gün yapması gerekiyormuş aynı işi/hareketi/sporu vs. 21 gün içinde beynin içinde oluşan bölüm o alışkanlık unutulsa bile hatırlatıyor insana o alışkanlığını. En basit olarak diş fırçalamayı örnek gösterebiliriz buna. 21 gün boyunca her gece uyumadan önce dişinizi fırçaladığınız takdirde bu sürenin sonunu takiben her fırçalamayı unuttuğunuzda yataktayken, uykuya dalmadan hemen önce de olsa dişlerinizi fırçalamadığınız aklınıza gelir ve yataktan çıkarsınız. Bunu, yani diş fırçalamayı, külfet olarak görüyorsanız yapmanız gereken bikaç gün üstüste dişinizi fırçalamak aklınıza geldikçe, kendinizi rahatsız hissettikçe, bu alışkanlığın gereğini yerine getirmemektir. Bu şekilde bikaç günden sonra artık gece uyurken aklınıza gelmez diş fırçalamak.

Hayatın başka aşamalarında da sözkonusudur bu. Yalnız bazı alışkanlıklar da var ki onları bırakmak o kadar da kolay değil. Mesela evlilikler. Hani derler ya, evlilik aşkı öldürür diye. Peki nedir aşkın bitmesine rağmen evliliğin devam etmesinin nedeni? (Yalnız son yıllarda oldukça yaygınlaşan erken boşanmaların şimdiki konumuzla çok doğrudan bağlantısı olmadığı ayrıntısına girmeye gerke duymuyorum bu konunun). Ben söyleyeyim: Alışkanlık. Nasıl yani diye bir soru gelebilir doğal olarak. Ama düşününce o çiftin sürekli beraber uyuyup beraber uyanmaya alışması, canı sıkıldığında başvurduğu kişi olması diğerinin, birlikte yemek yemeye alışması vs. gibi nedenlerden dolayı ayrılıp, sonra da o ayrılığa alışmaktansa insanlar beraber kalmayı tercih edebiliyorlar. Bazen ilişki ilerleyen yıllarda çok aşırı dayanılmaz boyutlarda rahatsız etmediği sürece de iki taraf da diğeriyle birlikte bir hayata alıştığından dolayı devam ederler bi şekilde.

Bazen de insan yalnızlığa alışır. Benim ilk olarak Köln'deyken alıştığım gibi. Daha yeni inmiştim havaalanında. Tutorumla mentorum beni havaalanından alıp kalacağım yere götürmüşlerdi. Beni sonraki bir yıl boyunca kalacağım yurda beni yerleştirdikten sonra tutorum sonraki gün görüşünceye kadar ayrılmıştı beni mentorumla bırakıp. Çok şeker olan ve gayet de iyi Türkçe konuşan mentorum beni kendi evine götürüp birkaç ev eşyası, kap kacak verdikten sonra o da yurda bırakmış beni ve iyi akşamlar dileyerek gitmişti. Bir de telefon bırakmıştı bana. Hayatımda ilk defa tamamen bir başıma kalmıştım. Yaşadığım aşk acımı da sayarsak heralde o gün bendne daha dertlisi yoktu yeryüzünde. Dilini bikaç kelime dışında bilmediğim bir memlekette daha akşam altıda bir başıma kalınca yalnızlığın nasıl birşey olduğu konusunda düşünmeye başladım. Gerçekten de çok zordu. Sonraki dört gece daha aynı şekilde geçecekti. Gündüz işte geçiyor ama geceleri bir başımaydım. Alışıncaya kadar çektiğim zorluğu bir ben bilirim. Yalnızlığa alışmak yani. Tek başına yaşamak. Ilk alışkanlık dönemi ne kadar zorsa, sonraki dönem, alıştıktan sonraki günler, bir o kadar kolay geçiyordu. Tek başıma kitabımı okuyordum, odanın içinde işlerimi hallediyordum, yemek yapıyordum...

Bir süre sonra ise olayın rengi değişiyor ama. Normalde hayatımda sürekli yanımda birileriyle sohbet eden, arkadaşlık eden ben, yalnızlığa alıştıktan sonra değişmiştim. Bir otobüste bile giderken sıkılıp yanımdakiyle sohbet ederdim Istanbul'dayken. Ama yalnızlık tek bir kelime bile konuşmadan arkadaşlarımla saatlerce oturmama, oturabilmeme neden olmuştu. Iyi mi peki bu? Yoksa kötü mü? Belki ikisi de değil.

Şunu biliyorum ama, o zamanlar alışmam lazımdı bu yalnızlığa. Sonraki dört yıllık Dubai maceramda çok işime yaradı bu alışkanlığım. Çünkü sürekli dedikodularla dolu bir ortamda en iyisi dinlemektir konuşmaktansa. Söylediğin her kelime sana yol, su, elektrik olarak geri dönebiliyordu çünkü.

Yani hayatın bazı dönemlerinde bir takım alışkanlıklar geliştiririz. Bunlar o zaman için gerekli olabilir. Yalnız unutmamamız gereken bir nokta var: Bu alışkanlıklar gerektiği zaman değiştirilmezse, güncelleşmezse, güne uymazsa, bundan dolayı kaybedebiliriz de. En çok sevdiklerimizi bile kaybedebiliriz bunlardan dolayı. Peki kaybetmek mi yoksa kaybetmemek mi? İşte bütün mesele de burada yatıyor. Bazılarımız sevdiklerimizi kaybetmek pahasına da olsa alışkanlıkları tutmayı tercih ediyor. O halde onlara hayatta başarılar dilemek lazım sanki.... Ne dersiniz?

Bir noktayı da belirtmeden geçmek çok da doğru olmaz sanırım. Her zaman insanları olduğu gibi kabul etmek, değiştirmemeye çalışmak en iyisidir ve doğrusudur (her ne kadar 'doğru' kelimesi bana doğru gelmese de) diye düşünüyorum. Yalnız değiştirmektense kabul etmek de yetmeyebiliyor bazen. Bu durumda koşullar insanları seçim yapmaya teşfik edebilir. Seçimler konusunda çok iyi olmadığımı kabul etsem de bir özeleştiri olarak, yine de bu konuda seçim yapmak yanlısıyım. Doğru ya da yanlış herhangi bir seçim. Hem en kötü karar bile kararsızlıktan daha iyi değil midir?

Hayat güzeldir, onu daha güzel yapanlarla birlikte...

El Azem...