8 Temmuz 2014 Salı

Doğumgünü Kutlamaları

Kültür dediğimiz şey tıpkı dil gibi, zamanla evriliyor, değişiyor, çağa ayak uyduruyor. Sürekli bir gelişim içinde, bizler gibi. Tabii gelişim derken bunun hep olumlu olduğu anlamı çıkmıyor buradan. Dünya üzerinde çok sayıda kültür olduğu için bir o kadar da farklılık var. Hemen her konuda hem de. Bir yerde "bol şans" dilerken başka bir yerde "bacağını kır" diyebiliyor insanlar şans dilemek için mesela.

Bir zamanlar çevremiz daha kısıtlı ve az kişiden oluşuyordu. Sürekli takıldığımız, birşeyler yaptığımız insanların sayısı çok da fazla olmadığından bu insanların doğumgünlerini de bilirdik. Sürekli aklımızdaydı. Zamanı gelmeden parti planlanır, yapılırdı organizasyon. Güzel de olurdu. Çevrenin kısıtlı ve az kişiden oluşmasının yaşla da çok fazla alakası yoktu. Yaş ilerledikçe, iş dünyasına girdikten sonra bile biraz artan sosyal çevremiz yine de şimdikine kıyasla çok daha kısıtlı idi. O zamanlar yakında değilsek ya da o gün o yakınımızla birlikte olamayacaksak arardık o kişiyi doğumgününü kutlamak amaçlı olarak. En azından sesimizi duyurmak için.. İçten sıcak ve güzel bir konuşma geçerdi.


Zaman geçti, doğumgününü hatırlatan internet siteleri peyda oldu. Bildiğimiz doğumgünlerini oraya yazdık. Bilmediklerimize de sorduk ve onlar yazdı doğumgünlerini. Bir süre bu şekilde hatırlatma servisleriyle idare ettik. Fena da olmadı hani. Eskisine göre daha çok kişinin doğumgününü "hatırlıyorduk" artık. Eskiden uzakta olduğumuzda kartpostalla ya da telefonla kutlama yaparken bu kez yöntem elektronik kartlara döndü. Ses azaldı. Sürekli yanımızda, yakınımızda olanların kutlamaları yine doğrudan yapılıyordu tabii.


Bir süre sonra da sosyal medya girdi hayatımıza. Ne olduğunu anlamadan sanal dünyaya en uzak olduğunu düşündüğümüz yakınlarımız bile sosyal medya sayfalarında görünmeye, yorumlar yapmaya, doğumgünlerimizi kutlamaya başladılar. Bizim de tabii bu arada çevremiz büyüdükçe büyüdü. Eskiden nispeten küçük olan arkadaş çevremiz büyümeye başladı. Büyürken tabii kutlama yapılması gerekenlerin sayısı da aynı oranla arttı.

Eskiden doğrudan ya da telefonla içten ve sıcak bir şekilde doğumgünü kutlarken sonraları bu kuru bir "doğumgünün kutlu olsun"a ya da "iyi ki doğdun"a döndü. Tabii o kuru kutlama mesajlarının karşılığı da kuru bir "beğen" tuşuna basmak ve toplu olarak bu mesajların bizi mutlu ettiğini yazmak oldu doğal olarak. Bazen daha içten, daha uzun, daha düşünce dolu mesajlar olsa da çevrenin büyümesi, ilişkilerin zayıflaması, daha çok sanalda kalması, kutlama yapılan insan sayısının fazlasıyla artması gibi nedenlerle yapılan kutlamanın derinliği de aynı oranda zayıfladı işte.. Ha, bazen çok içten, oldukça neşeli, güldüren, düşündüren, heyecanlandıran, sevindiren, eğlendiren mesajlar gelmiyor değil tabii.. Öyle mesajı yazmak zaman gerektiriyor, düşünmek gerektiriyor, duygu gerektiriyor.. Kuru olmuyor o zaman doğumgünü mesajı, sıcak ve içten oluyor.. Ses gibi olmasa da tabii..

En yakınımızda gördüğümüz arkadaşlarımızın, yakınlarımızın, ailemizin doğumgünlerini nerede olurlarsa olsunlar bir ölçüde yine eskisi gibi kutluyoruz aslında. Tercih bizim.. İster öyle, ister böyle..

7 Temmuz 2014 Pazartesi

'Kimseye Güvenme'


 Bu isimde kitap bile var. Gerçi polisiye, aksiyon dolu ama işin sonunda güvenmemeyi telkin eden bir kitap.

'Babana bile güvenmeyeceksin!' sözü bizim kültüre ait. Bizim derken aslında kastettiğim biraz daha Ortadoğu denen coğrafya, sadece Türkiye değil.

Sürekli bir güvensizlik pompalanması sözkonusu. Aile içinde bile güvensizlik pompalanıyor sürekli. Bir insan ailesindekilere güvenmezse kime güvenebilir ki?

Bu yazıyı okuduğunuza göre okuma yazmanız vardır. Buna göre büyük olasılıkla ilkokulu, ortaokulu ya da liseyi bitirdiğinizde bir üst okula girmek için düzenlenen ulusal çaptaki sınavlara bir şekilde girmişsinizdir. Bu sınavların en ortak yanlarından biri ne peki? Ters köşeye yatıran soruları bence. A'yı gösterirken aslında B'yi sormak. En basit sanırım bu şekilde açıklanabilir bu durum.

Cüzdanınız çalınıyor. Polise gidiyorsunuz. Kaybolduğuna dair tutanak tutturacaksınız. Polisin ilk yaklaşımı 'Git yeni kimlik, kart vs. çıkar. Eskisi zaten iptal olur.' şeklinde. Biraz kurcalayınca sorularla, asıl nedenin cüzdanınızı çaldırmamış/kaybetmemiş olma ihtimaliniz, bunu farklı şekilde kullanma ihtimaliniz. Söylediğinin en açık tercümesi (hatta bunu doğrudan da söyleyebiliyorlar):
- Ben nereden bileyim cüzdanını çaldırdığını!
'Cüzdanım çalınmasa niye buraya geleyim!' diye kendinizi savunmaya kalktığınızda da cevap 'Orasını ben bilemem!' şeklinde oluyor. Yani sizi korumakla, kollamakla görevli polis sizi potansiyel şüpheli durumuna düşürüyor.

Evlenen çiftte kadın maaşını birlikte yaşamları için kullanmaktansa kendine ayırmayı hak olarak kabul edebiliyor. Nedeni sorunca da 'Maaşım benim geleceğimin güvencesi. Ona dokundurtmam!' şeklinde olabiliyor.

İlişkilerde ne erkek kadına yeterince güven veriyor, ne de kadın erkeğe. Erkek kültürel aldığı gücü de kullanarak çapkınlığın doğal hakkı olduğunu düşününce güvensiz bir ilişki doğuyor. 

Devletin bir kurumuna yanlış yapılan bir uygulamayı şikayet ediyorsunuz. Şikayet konusu yer sorgulanacağı, soruşturulacağı yerde şikayetçi kişi soruşturuluyor. Yalan söyleme ya da alakasız olma ihtimaline karşı.

Devletin başındaki kişi komşunuzu ihbar edin diyor. Devletin istihbarat ve polis örgütü sürekli kendi vatandaşlarını siyasi görüşü, dini görüşü, kişiliği gibi konularda fişliyor ve bu fişlemeler de sürekli açığa çıkmasına rağmen devam ediliyor. Fişlemeden muzdarip olan, mağdur olanlar başa geçince, onlar da aynısını devam ettiriyor.

Bunlar gibi daha bir çok örnek verilebilir memleketimizdeki, daha doğrusu kültürümüzdeki güvensizlik meselesiyle ilgili. Bu güvensizlik ne yazık ki bir yandan çatışmaları, güven bunalımlarını getirirken, diğer yandan da ilerlememizi, gelişmemizi engelliyor. Sonuç: Kimsenin kimseye güvenmediği, güvensiz bir toplum.

Araştırmalar Türkiye'de insanların birbirine güveninin %12 iken Danimarka'da bu oran %76'ya çıkıyor.* Yani 10 kişiden ancak biri güveniyor bir diğerine. Almanya'dayken güven konusunun ne kadar önemli olduğunu, insanların, kurumların, herkesin bir şekilde birbirine güveniyor olduğunu görmek beni ciddi anlamda şaşırtmıştı. Çünkü bu benim çok olmasa da birçok insanın yetiştirilme biçimine aykırı bir durumdu.

Çözüm ne peki? Çözüm aslında çok basit. Kimseye, en başta da çocuklara, 'Babana bile güvenmeyeceksin!' gibi güvensizlik aşılamamak. İçten olup güvenmek karşındakine. Bunun altyapısı ise insanların iyi niyeti ile başlayabilir ama bana göre devletin kendi halkına güvenini esas alması olmazsa olmazdır. Güvenin olmadığı yerde her tür sorun ortaya çıkabiliyor çünkü..

* Türkiye Değerler Atlası 2012'den alınmıştır