14 Ekim 2013 Pazartesi

Mühendisler ve Sosyal Sorunların Çözümü

Çok fazla sorunları olan bir dünyada yaşıyoruz. Özellikle sosyal sorunları olan bir dünyada. Ekonomik denge denen şey de olmadığından, bu sorunlar daha da derinleşerek devam ediyor.

Sorunların çözümünde çalışan insanlar genelde sosyal bilimler eğitimi almış, hatta ABD gibi ülkelerde ana alanı bu gibi konular olan 'Social Work' yani sosyal çalışma bölümü okumuş insanlar.

Şimdi soru şu: Bu gibi işlerde mühendisler çalışabilir mi?

Bunun cevabını verebilmek için mühendisleri biraz düşünmek lazım. Nasıl insanlar oldukları ve olaylara nasıl bir bakış açısıyla baktıkları çok önemli.

Her gün birçok iş ilanı yayınlanıyor. Mühendis ilanlarına bakarsanız bazı konular öncelikli aranan yeteneklerdir. Mesela analitik düşünme, çözüm odaklı olma gibi. Peki konumuzla ne alakası var bunun? Aslında çok. Bizim derdimiz sosyal sorunlar değil mi? Evet. Peki istediğimiz bu sosyal sorunları çözmek değil mi? Evet. O zaman çözüm odaklı olmamız gerekmiyor mu? Bence evet.

Tabii ki sosyal konuların birçok uzantısı ve detayı var. Yalnız zaten mühendis olmak da bu noktada avantajlı. Mühendisler konuları hızlı bir şekilde en derin detaylarına kadar iredeleyebilir ve inceleyebilirler. Çözüme de buradan ulaşabilirler. Sosyal bilimler okuyanlar sorun etrafında uzun düşüncelere girip uzun uzadıya tartışıp konuyu değerlendirebilirler. Fakat mühendisler böyle bakmaz. Çok basittir mühendis bakış açısı. Sorunu nasıl, en kısa zamanda, en az kaynak kullanarak, en ekonomik şekilde çözerim? Bu en temel mühendisin bakış açısını yansıtabilir.

Sorunu irdelemek bize ne kazandırır? Çözüme daha hızlı ve emin adımlarla gitmeyi. Bu da sorunlarımızı daha kalıcı ve hızlı bir şekilde çözmemizi sağlar.

Kısaca demek istediğim sosyal bilimler mezunları sosyal sorunlarla ilgilensinler ve çözsünler tabii. Yalnız bakış açımızı değiştirdiğimiz zaman, sorunları çok daha kolay ve pratik çözebiliriz. Bu konuda da mühendisler ciddi anlamda oldukça etkili ve faydalı olabilir. Bir düşünmek lazım.


18 Eylül 2013 Çarşamba

Gönüllü Olmak

Gönüllü olmak demek, karşılık beklemeden vermek demek.
Gönüllü olmak demek, iyilik yapıp denize atmak demek.
Gönüllü olmak demek, mutlu olmak demek.
Gönüllü olmak demek, başkalarının iyiliği için çalışabilmek demek.
Gönüllü olmak demek, gündüz işyerinde çalışıp/okulda derslere girip akşam da geç saatlere kadar çalışıp hiç çalışmamış gibi hissetmek demek.
Gönüllü olmak demek, her nefes alışında daha rahat ve huzurlu hissetmek demek.
Gönüllü olmak demek, insan olmak, insanları karşılık beklemeden sevebilmek demek, kim olduklarından bağımsız olarak.
Gönüllü olmak demek, hayatın o kadar da zor olmadığını bilmek demek.
Gönüllü olmak demek, insanlık için çalışabilmek demek.
Gönüllü olmak demek, aktif vatandaş olmak demek.
Gönüllü olmak demek, insan olmak demek.
Gönüllü olmak demek, almadan vermek demek. 

14 Mayıs 2013 Salı

Çikolata Sever misiniz? Peki ya Soya Lesitini?

Bir konu kafama takıldığında genelde olabildiğince araştırırım. Önyargılarımdan olabildiğince arınarak tabii. Son dönemdeki önemli konulardan biri de GDOlu gıdalar ve bunların nelerin içinde olduğuydu. Dünyada üretilen soyanın hemen hepsinin GDOlu olduğunu geçenlerde Tarım Bakanı Mehdi Eker açıkladı. Bundan çıkarılacak sonuç: Soyalı yiyecekleri yememek lazım, bedenini neyle beslediğini önemsiyorsan. Peki soya nelerin içinde var diye sorduğumda kendi kendime, aklıma ilk gelen soya soslu tavuk oldu. Çok severim. Uzun bir süredir de yemiyorum kendilerini. Nedeni soyayı tüketmemek istemekten başka birşey değil.

Peki sadece soya soslu tavuk mudur sadece içinde soya bulunduran gıdamız? Bu soruyu sorduğumda Uzak Doğu'da oldukça yaygın kullanıldığı bilgisine ulaştım soyanın. Pek çok yemekte soya kullanıyorlar. Bu yüzden Uzak Doğu mutfağına olan uzaklığım biraz daha artmış oldu.

Başka soyalı gıda/yemek var mı diye tartışmadan önce son zamanlardaki hobilerimden birini paylaşayım: Tükettiğim gıdaların etiketlerine bakmak. İçinde ne olduğunu bilmediğim gıdaları tüketmemek. Profesör Karatay'ın tavsiyesine uyarak son dönemde doğal gıdalara doğru kaymış durumdayım. Bu iyiye ve sağlığa işaret diye düşünüyorum. Profesör Karatay'ın bahsettiği çok önemli bir nokta var: Harf ve rakamlarla belirtilen ürünlerin hepsinin kimyasal yollarla elde edilen ürünlerdir. Bunun benim için anlamı ise bundan sonra aldığım gıdaların içinde olabildiğince o harf ve rakamlı ürünlerden olmamasına bakmak. Mesela sakızlarda: E320 Antioksidan, E171, E160a, E100, E120, E133 Renklendiriciler vb. Bunlar gibi bir çok kimyasal var yediklerimizin içinde. Olmamalarına dikkat etmek lazım.

Ondan sonra ise içerikleri incelerken Emülgatör diye bir madde buldum. Bu madde de su ve yağ gibi birbirine karışmayan maddelerin karışmasını sağlıyormuş. Peki bunun için ne kullanıyorlar tahmin edin: Soya Lesitini. Soya Lesitini içinde soya kullanıldığı anlamına geliyor düz mantığa göre. Biraz araştırınca da bunun hemen hemen tüm çikolatalı ve şekerli gıdaların içinde kullanıldığını öğrendim. Bu arada çocuklarda erken yaşlarda kullanımının da çocuğun testesteron hormonu bozukluğuna yol açtığını öğrendim. Torun sahibi olmak isteyenlere özellikle duyrulur. Alternatifi var: Ayçiçek Lesitini. Ve bunu kullanan ürünler çok az da olsa piyasada mevcut.

Gelelim sonuca: Soya diye çok da önemsemediğim gıda maddesi halbuki hayatımızın neredeyse her alanına girmiş. Bundan sonra gıda seçimimde bu bilgiyi daha çok dikkate almak gerekiyor sanırım. Biraz daha etiketlerine bakarak almak lazım gıdaları. Tabii kendimizi önemsiyorsak.

Son bir not: Geçenlerde bir arkadaşımın paylaştığı videoda Coca Cola Zero'nun hipnozlu insanlar tarafından denendiğinde normal Coca Cola zannedildiğini görmüştüm. Yani adamlar ne yapmış etmiş, şekersiz olarak aynı tadı vermişler kolaya. Peki asıl konu sadece tat mı yoksa içinde ne olduğu mu? Kim bilir şekersiz versiyonu şekerli gibi yapıncaya kadar içine hangi kimyasalları boca ettiler? Neticede karar sizin..

Son ikinci not: Geçtiğimiz günlerde yine bu konuyu araştırırken Sagra'nın değişimi, ürünlerinde kullandıkları malzemelerle ilgili bir röportaja denk geldim. GDOsuz sertifikalı soya lesitini kullanmanın dışında içinde de herhangi bir kimyasal olmayan malzemelerden ürettiklerini gördüm tadelle ve saralle'yi. Bundan sonra çikolata yiyeceğim zaman tercihim belli. Sizin tercihiniz ne olacak? DİPNOT: Sagra, ya da ürün markası olarak Tadelle, Saralle, artık GDOsuz sertifikalı soya lesitinini kullanmayı bırakmıştır. Bu markanın ürünlerini de artık kullanmamak lazım.

Son üçüncü not: Gördüğüm kadarıyla insanlar bu konuda bilinçlenip araştırıyor. O zaman şöyle bir bilgiyi de paylaşayım: GDOsuz soya lesitini kullanan gıda üreticileri bu bilgiyi müşterileriyle paylaşıyor (örnek: Sagra'nın Saralle, Tadelle gibi ürünleri). Fakat diğer firmalar bu bilgiyi paylaşmadıkları gibi son zamanlarda sadece 'Lesitin' diyerek soyadan üretildiğini saklamaya çalışıyorlar. Benim tavsiyem ya ayçiçek lesitini ya da GDOsuz soya lesitini kullanan ürünlerin tercih edilmesi. Hatta bir sonraki aşama, benim de yapmaya çalıştığım gibi, hazır gıdanın olabildiğince hayatlarınızdan çıkarılması olabilir.

Yaklaşık 3 seneden sonra 4. not: Son dönemde gördüğüm kadarıyla kimi firmalar bazı ürünlerinde soya lesitini yerine ayçiçek lesitini kullanmaya başladı. Yalnız kimi firmalar da soya lesitini yerine bitkisel yağların mono ve digliseridler ve esterleri yazmaya başladı. Bunlar da, araştırmama göre, emülgatör olarak kullanılan malzemelerden. Soya lesitininin oldukça büyük oradan GDO'lu olduğunu biliyoruz. Mono ve digliseridler ve esterlerinin durumu ise daha çok hayvansal ya da bitkisel olması ile ilgili. Hayvansal olduğunda ithal ürün olduğundan domuz eti kaynaklı olması sözkonusu olabilir. Bu yüzden mono ve digliseridler ve esterler yazan ürünleri alırken de bir kere daha düşünmeli bence.

Nisan 2016'da 5. not: Yukarıda Sagra'nın GDOsuz sertifikalı ürünlerini yazmıştım. Yalnız geçenlerde gördüğüm Tadelle'de ne yazık ki 'Soya Lesitini' ibaresi olmasına rağmen 'GDOsuz Sertifikalı' ibaresinin kaldırılmış olduğunu gördüm. Bu durum beni ciddi endişeye sevk etti. Acaba Sagra da daha fazla kâr amacıyla GDOlu soya lesitini mi kullanıyor? Firmaya ulaşmaya çalışacağım. Umarım endişem yersizdir.

Mart 2017'de 6. not: Evet, Sagra'nın artık ürünlerinde GDOsuz değil, diğer ürünlerde kullanılan soya lesitini kullandığı kesinleşti. Yani bu yazıyı yazdığım dönemde hayranlık duyduğum yaklaşımını terk ettiğini görmüş bulunuyorum. Firmaların, özellikle de gıda üreticilerinin, kar hırsı yüzünden yaptıkları bir yandan müşterileri yanıltmak, kandırmak olduğu gibi zaman içinde kendilerini de bitirecek seviyeye geliyor. Kişisel tavsiyem sürekli, hatta günlük tükettiğiniz ürünlerin dahi etiketlerini sürekli kontrol etmeniz. Bir gün o güvendiğiniz marka sevdiğiniz ürünün içeriğini haber verme, kamuoyunu bilgilendirme gayreti gösterme çabasına girmeden ürünün içeriğine GDOlu malzemeleri koyabiliyor ve sizin elinizden hiç birşey gelmiyor. 

5 Mart 2013 Salı

Erbil'den 1

Yaklaşık 3 hafta kadar önceydi. Öğlen konuştuk, alelacele bilet bulundu, alındı..  12 saat geçmeden uçaktaydım. İstikamet Erbil/Irak.

Merak ediyordum. Nasıl bir yerdi acaba. Çok değil, 10 gün kadar önceydi. Bir gazeteciden okumuştum Erbil'in durumunu. Erbil'e gitmişti tekrar. 4 sene sonra tekrar gitmişti. Çok değişmiş diyordu Erbil için. Gelişmiş diyordu. Havaalanı oldukça büyük inşa edilmiş. İleride büyük kargo uçaklarının da inişine müsaade edecek şekilde hem de. İlginçti, merak etmiştim. O kadar kısa sürede gideceğimi ise hayal bile edemezdim.

Facebook üzerinden yazdım hemen. Soranlara, şakayla karışık 'Allah büyük' diyordum, 'inşallah sağ salim geri dönebilirim.' Ben her ne kadar şakaya alsam da ölüm pek de şaka olmayan bir durum. İnsanlar, arkadaşlarım sevmedi bu sözü. Ben de zaten abartma yanlısı değilim.

Kafamda bin bir türlü düşünceyle, neler olacağı, nasıl bir yer olduğuna dair kafamdan birbiri ardına düşünceler geçiyordu. Acaba güvenli miydi? Acaba gidip dönebilecek miydim? Bomba patlayacak mıydı yakınımda? Pek de sevimli düşünceler olmasa gerek bütün bunlar.

Diğer yandan ise, zaten karamsar, negatif bir insan olmadığım için, gezmeyi de çok sevdiğimden, neler yapabileceğim geçiyordu kafamdan. Düşünüyordum, ne yapsam diye. Orada kalma sürem de 3,5 gün olarak belli olduğu için artık plan yapma zamanıydı. Fakat zaten akşam nasıl geldi, ben nasıl eve geçip hazırlanıp sonra havaalanına gittim vb. hiç bilmiyorum. Çok hızlı oldu herşey ve ben havaalanındaydım. Bir yandan elimdeki lirayı dolara çevirme telaşı, diğer yandan çıkış harcı pulu vb. derken kısa bir süre kala vardım uçağın oraya ve bindim.

Uçakta ağırlıkla Kürtçe konuşuluyordu. İlk defa denk gelmiştim buna. Kendi anadilim konuşuluyordu. Her ne kadar memnun olmasa da bazıları durum buydu. Yolda biraz yazdım. Heyecanımı bu şekilde yatıştırmak istedim. İşe de yaradı hani. Daha uçakta biraz Kürtçe konuşmaya başladık. Ben de çok iyi olmayan Kürtçemi kullanmaya çalışıyordum. 2,5 saat süren yolculuktan sonra vardım Erbil'e.

Havaalanı gerçekten de büyüktü. Belliydi. Çok uçak yoktu henüz daha. Bilgi panosunda 7-8 uçak bilgisi vardı. Gerçi gece varmıştık ama dönüşteki yoğunluk da pek olmadığından henüz daha yeterince aktif olmadığını anlıyordum. Yalnız yine de ileriye dönük, oldukça büyük çaplı bir havaalanı yapılmıştı. Türk mütaahitler yapmıştı havaalanını da. Girişte, biraz yürüdükten sonra beni karşılayan ilk reklam panosunun üstüne 'Welcome to Kurdistan' yazıyordu. Bir anda memleketime geldim gibi düşündüm. Bir haber bülteninde görmüştüm. Sanırım Kemal Burkay'dı. Canlı yayında sunucu Kuzey Irak Kürt Yönetimi diye başlayınca söze, araya girip oranın resmi adı 'Kürtistan Bölgesel Yönetimi'dir. Niye bu kadar kelimelerden kaçıyorsunuz?' demişti. Sunucu cevap vermeyip geçiştirmeyi, Kürdistan yerine de Kürt Yönetimi demeyi tercih etmişti. Kemal Burkay da uzatmamıştı konuyu. Şimdi işte karşımdaydı. Welcome to Kurdistan. Hoşgeldik bakalım. Ne göstereceksin bana?

27 Ocak 2013 Pazar

Mühendis Olmak

Evet, bu seferki konu mühendis olmak.

Peki nedir mühendis? Ya da kimdir mühendis diye sormak sanırım daha doğru. Kimdir mühendis? Mühendis en genel haliyle problemlere/sorunlara analitik bir açıdan bakarak çözüm üreten kişidir. Bu bakış açısı biraz dar gibi görünebilir ama aslında oldukça geniştir. Mühendislik sadece iş olarak görülmemelidir. İşten çok daha öte, bir hayat biçimidir aynı zamanda. Avukatlar gibi düşünebilirsiniz belki. Hani bir avukatla tartışma yapmak çok zordur ya. Ya da bir avukatla sevgili/evli olmak gibi. Her zaman avukat haklıdır. Çünkü adı üstünde: Avukat. Adamın/kadının işi bu. Mühendislik de böyle birşey işte. Bir mühendisle evlenirseniz, sonuçlarına da katlanırsınız. Bu olumsuz gibi görünse de aslında aynı zamanda oldukça olumlu bir sonuçtur.

Mühendis ne yapar peki? Mesela bir mühendis çözüm üretir. Hem de hemen hemen her koşulda. Çözüm adamı/kadınıdır o. Başka türlüsü olmaz, olamaz. Kendisine sunulan, anlatılan sorunlara karşı sadece dinlemekle duramaz. Bir şekilde yardım etmek ister, çözmek ister, çözüm sunmak ister. Bazen bu çözümü karşısındaki istemiyordur aslında. Tek istediği dinlenmektir karşısındakinin. Ama o illaki çözümü sunmak ister ve sunar da bir şekilde. Söyledikleri doğrudur, gayet mantıklıdır, ama sorunun sahibinin bu çözümü uygulamayı isteyip istemediğiyle ilgilenmez mühendis.

Analiz yapar mühendis. Herşeyi en ince detayına kadar analiz eder. Analiz edince içindeki değişkenleri de çok daha açık bir şekilde görme fırsatını bulur. Bu da tabii ki herhangi bir sorunu çok daha rahat görebilmesine ve çözebilmesine yardımcı olur.

İş ilanlarında yazar mesela:
 - .... Mühendisi alınacak. İstenen nitelikler:
   1- Analitik düşünme,
   2- Çözüm odaklı olma,
   3- vs. vs.

Halbuki bu iki temel olgu zaten mühendis olmanın ana şartlarındandır. Yan şartı değildir. Zaten bunlar olmadan mühendis olunmaz ki. İşin nasıl yapıldığını mühendis kadar iyi bilir ustalar ve kalfalar ve formenler. Mühendisi mühendis yapan zaten bu düşünce tarzları ve kafa yapılarıdır.

Özetle, mühendis olmak insan olmaktan ötedir. Ayrı bir ırk ya da cins gibi bile düşünülebilir. 

Son bir fıkra:
- Bir gün yolda giderken adamın biri bir kurbağa bulur. Kurbağa, 'Merhaba, ben aslında kurbağa değil, çok güzel bir prensesim, der. Eğer beni öpersen yeniden insan olabileceğim'
Adam ilgilenir, gülümser ama kurbağayı alıp cebine koyar ve yoluna devam eder. Biraz sonra kurbağa bağırır: 'Bak sana söyledim, der. Eğer beni öper ve insana çevirirsen beni prensesken de öpmene izin vereceğim'.
Adam gülümser, tekrar cebine koyar kurbağayı ve devam eder. Biraz sonra kurbağa bir daha bağırır: 'Tamam, der. Eğer beni öper ve yeniden insana çevirirsen seninle yatacağım'.
Adam gülümser ve kurbağayı tekrar cebine koyar ve yoluna devam eder. Birazdan yine kurbağa bir daha bağırır: 'Eğer beni öper ve yeniden insana çevirirsen istediğin herşeyi yaparım. Yeterki beni kurbağa olmaktan kurtar'. Adam gülümser ve tekrar kurbağayı cebine koymak isterken kurbağa tekrar bağırır: 'Yahu prenses olduğumu, seninle yatacağımı ve istediğin herşeyi yapacağımı söyledim, der. Daha ne istersin?'.
Adam kurbağaya: 'Bak kurbağa prenses, ben bir mühendisim. Hayat oldukça sıkıcı. Açıkcası bir kurbağayı öpüp prensese çevirmek ve onunla yatmaktansa konuşan bir kurbağa daha çok ilgimi çekiyor :)

Yaşasın mühendisler!