18 Mayıs 2015 Pazartesi

Kadınlar

Kadın bir çiçektir,
Hem de en güzeli,
En renklisi,
En mutlusu.

Siz hiç siyah renkli bir çiçek gördünüz mü?
Ben görmedim.
Bilmiyorum nasıl olduğunu,
olabileceğini.
Bildiğim tek şey,
milyonlarca renk varken
karalar bağlamak yakışmıyor kadına..

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Afedersiniz ile Pardon Arasındaki Farklar

Ciddi farklar var aslında ikisi arasında. Yani 'aferdersiniz' ile 'pardon' arasında.

Afedersiniz tamı tamına 5 heceden oluşur. Pardon ise sadece 2 heceden. Daha kolaydır söylemesi 'pardon'u. Diğer yandan 'afedersiniz' demek için en az 1 saniye daha fazla zaman gerekir. Zaman, ki içinde bulunduğumuz dönemde en çok ihtiyacını hissettiğimiz fakat bir türlü sahip olamadığımız olgu, şey.

Birine çarptığınızda hiç durmadan devam edip yürüyebilirsiniz. O sırada 'pardon' dersiniz, olur biter. Fakat 'afedersiniz' demek için en az bir an durup bu kelimeyi söylemek, sonrasında ilerlemek gerekir.

'Afedersiniz' demek daha çok zaman ve düşünce gerektiren bir kelimedir. Çünkü içinde hem kibarlık bulunduran 'siz' hitabı vardır, hem de bir fiil vardır: Af etmek. Yanlış yaptığınız bir hareketten dolayı af isteyebilir bir insan. Başka türlü değil. Ya da yol istemek için kullanılabilir bu cümle. Evet, cümle. Çünkü 'afedersiniz' aynı zamanda bir cümledir. Sadece fiilden oluşan bir cümle, ama işin sonunda bir cümledir. 'Pardon' ise sadece bir kelimedir. Bir ünlem kelimesi sadece. Daha fazlası değil.

'Afedersiniz' Türkçe bir cümledir. 'Pardon' ise yabancı, Fransızca kökenli bir kelimedir. İsim diye geçiyor TDK sözlüğünde.

Tüm bunları niye yazdığıma gelince, aslında gayet basit: Kibar olmak, tanımadığımız insanlara karşı nazik olmak gerektirir 'afedersiniz' kelimesi. 'Afedersiniz' diyen bir insan zaten nispeten kibar ve nazik bir insandır. Çünkü kullandığı kelime/cümle ile karşısındakine hayatından en az 1 saniye zaman ayırmış olur. 'Pardon' diyen ise bunu düşünecek nezakete sahip değildir. Daha doğrusu bunun o kadar da önemli olduğunu düşünmez. 'Pardon' kelimesini kullanan insanların hepsinin kaba insanlar olduğu çıkarımında bulunmuyorum burada tabii ki. Sadece 'afedersiniz' diyen bir insan kadar kibar ve düşünceli ve nazik bir insan olmadığını belirtmek istiyorum.

12 Mayıs 2015 Salı

Eskilerden

Üniversiteye yeni başladığım zamanlardı. 17 yaşındayım. Henüz 18 olmama var bir ay kadar. Zorunlu Türkçe dersine girdim. Farklı bir bölümden alıyordum Türkçe dersini. Üniversiteye başlamanın, liseyi bitirmiş olmanın verdiği o farklı hava var içimde ve ruhumda. Mutluyum yahu!

Hoca/profesör derse girdi. Sanırım ikinci haftasıydı okulun.Ya da üçüncü. İlk ders değildi yani.

"Arkadaşlar, boş bir sayfa çıkarın" dedi. "Dilekçe yazmayı öğreneceğiz bugün. Sekreter arkadaşlar şikayet etti öğrenci arkadaşlar dilekçe yazmayı bilmiyor diye" diye ekledi.

Bir garip hissetmiştim. Ağrı'daki bir lisede mezun olmuş olmama, tüm ilköğretim ve ortaöğretim hayatım da Ağrı-Van-Muş üçgeninde tamamlanmış olmasına rağmen dilekçe yazmayı gayet de iyi biliyordum ben halbuki. Hiç bir zaman da bu konuda şikayet almışlığım yoktu. Yazım en kötülerden olmasına rağmen yine de her türlü dilekçeyi düzgün yazabilirdim.

Demek ki onca senelik eğitimden sonra dahi dilekçe yazmayı öğrenememiş birçok öğrenci vardı Türkiye'nin en iyi birkaç üniversitesinden olmasa dahi oldukça iyi üniversitelerinden birindeydim. Oldukça yüksek ortalama ve sınav sonucu ile girilebilen bir üniversite öğrencileri o sınavlardan başarıyla geçmiş ama dilekçe yazmayı öğrenememişlerdi. 5 yıl ilkokul, 3 yıl ortaokul, 3-4 yıl liseden sonra hem de.

Bazen düşününce memleketimizin en büyük sorunlarından birinin de bu olduğunu düşünmüyor değilim: Ana dilini dahi düzgün öğretemeyen, kullanamayan bir memleketin insanı olmamız yani. Bir insan ana dilini düzgün bilmezse, o kişi kendini yeterince iyi ifade edemez. Kendini ifade edemeyince de insan biraz daha agresifleşebilir. Kavgalar vs. çoğunlukla bundan ortaya çıkar. Bir türlü anlaşamamaktan yani.

Köln'deyken oradaki Türk ailelerin çocuklarıyla ilgilenirken farketmiştim. Çocukların birçoğu kendilerini tam olarak ne Almanca ne de Türkçe ifade edebiliyorlardı. İkisinin karışımından oluşan bir dili kullanarak anlaşıyorlardı. Kendi aralarında çok sorun olmasa da Almanlarla ya da Almanca bilmeyenlerle anlaşmak ciddi güç olabiliyordu kimi zaman. Onca çocuğun arasında Halil İbrahim vardı. Hem Almancası hem de Türkçesi oldukça iyiydi Halil İbrahim'in.Öyle olmasının nedeninin kendisinin artık oradaki 3. nesil olmasından kaynaklandığını anladım. Anne-babası Türkçe'yi de iyi biliyordu, Almanca'yı da. Evde sadece Türkçe, dışarıda sadece Almanca bir hayat sürdüğünden iki dili de oldukça iyi öğrenmişti. Diğer çocuklar ise arada kalmış, sıkışmışlardı, kendini hiçbir dilde tam olarak ifade edemeyen insanlar olarak.