12 Mayıs 2015 Salı

Eskilerden

Üniversiteye yeni başladığım zamanlardı. 17 yaşındayım. Henüz 18 olmama var bir ay kadar. Zorunlu Türkçe dersine girdim. Farklı bir bölümden alıyordum Türkçe dersini. Üniversiteye başlamanın, liseyi bitirmiş olmanın verdiği o farklı hava var içimde ve ruhumda. Mutluyum yahu!

Hoca/profesör derse girdi. Sanırım ikinci haftasıydı okulun.Ya da üçüncü. İlk ders değildi yani.

"Arkadaşlar, boş bir sayfa çıkarın" dedi. "Dilekçe yazmayı öğreneceğiz bugün. Sekreter arkadaşlar şikayet etti öğrenci arkadaşlar dilekçe yazmayı bilmiyor diye" diye ekledi.

Bir garip hissetmiştim. Ağrı'daki bir lisede mezun olmuş olmama, tüm ilköğretim ve ortaöğretim hayatım da Ağrı-Van-Muş üçgeninde tamamlanmış olmasına rağmen dilekçe yazmayı gayet de iyi biliyordum ben halbuki. Hiç bir zaman da bu konuda şikayet almışlığım yoktu. Yazım en kötülerden olmasına rağmen yine de her türlü dilekçeyi düzgün yazabilirdim.

Demek ki onca senelik eğitimden sonra dahi dilekçe yazmayı öğrenememiş birçok öğrenci vardı Türkiye'nin en iyi birkaç üniversitesinden olmasa dahi oldukça iyi üniversitelerinden birindeydim. Oldukça yüksek ortalama ve sınav sonucu ile girilebilen bir üniversite öğrencileri o sınavlardan başarıyla geçmiş ama dilekçe yazmayı öğrenememişlerdi. 5 yıl ilkokul, 3 yıl ortaokul, 3-4 yıl liseden sonra hem de.

Bazen düşününce memleketimizin en büyük sorunlarından birinin de bu olduğunu düşünmüyor değilim: Ana dilini dahi düzgün öğretemeyen, kullanamayan bir memleketin insanı olmamız yani. Bir insan ana dilini düzgün bilmezse, o kişi kendini yeterince iyi ifade edemez. Kendini ifade edemeyince de insan biraz daha agresifleşebilir. Kavgalar vs. çoğunlukla bundan ortaya çıkar. Bir türlü anlaşamamaktan yani.

Köln'deyken oradaki Türk ailelerin çocuklarıyla ilgilenirken farketmiştim. Çocukların birçoğu kendilerini tam olarak ne Almanca ne de Türkçe ifade edebiliyorlardı. İkisinin karışımından oluşan bir dili kullanarak anlaşıyorlardı. Kendi aralarında çok sorun olmasa da Almanlarla ya da Almanca bilmeyenlerle anlaşmak ciddi güç olabiliyordu kimi zaman. Onca çocuğun arasında Halil İbrahim vardı. Hem Almancası hem de Türkçesi oldukça iyiydi Halil İbrahim'in.Öyle olmasının nedeninin kendisinin artık oradaki 3. nesil olmasından kaynaklandığını anladım. Anne-babası Türkçe'yi de iyi biliyordu, Almanca'yı da. Evde sadece Türkçe, dışarıda sadece Almanca bir hayat sürdüğünden iki dili de oldukça iyi öğrenmişti. Diğer çocuklar ise arada kalmış, sıkışmışlardı, kendini hiçbir dilde tam olarak ifade edemeyen insanlar olarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder