4 Mart 2015 Çarşamba

Gezmek şakaya gelmez

 Gezmek, seyahat etmek, şakaya gelmez gerçekten de. Büyük bir ciddiyet gerektirir.

Öyle 5 yıldızlı otellerde, herşey hatta ultra herşey dahil değildir gezmek. Sadece tatildir o. Öyle gezmek olmaz. Gezmek dediğin içinde adım atmayı, yürümeyi, yeri geldiğinde koşmayı gerektirir. Sabah akşam durmadan yürüyebilmeyi gerektirir. Taksilerden uzak durup toplu taşımayı kullanmak demektir gezmek. Lüks, aşırı konfor düşkünü olmayacak gezmek. Gezeceksin, tüm ciddiyetinle.

Eline bir harita alacaksın bazen. Bazen o da olmayacak yanında. Sadece bir liste olacak elinde. Gidilecek yerler listesi. Çok da uzun olmayan bir liste olacak. Basit, kısa, sadece gerçekten gidilen memleketin ruhunu anlatan yerler olacak o listede. Oranın geçmişini öğrenebileceğin yerlerin adları. Detayları olmayacak ama. Detayları keşfetmek sana kalmış. Ne de olsa gezen sensin.

Gidip kendin keşfedeceksin. Soracaksın yoldan geçen birine. Dilini bilmesen de soracaksın. Bilmediğin bir dilde, tanımadığın biriyle anlaşmaya çalışacaksın. İletişimin %5'i kelimeler, %95'i jest, mimik ve diğerleri diye boşuna mı öğrettiler sana? %5 eksikle iletişmeye çalışacaksın aslında. Çok da zor olmasa gerek. Deneyecek, yanılacak, belki karşındakinin anlattıklarından sadece bir kelime anlayacaksın kimi zaman. Bu seni durduramayacak ama. Tam tersine, daha bi heyecanlandıracak, şevklendirecek. Daha çok kişiye soracaksın.


Trenin kalkmasına yarım saat var ve elinde bir haritan bile yok. Dilini bilmediğin insanlarla konuşup anlaşmaya ve yolunu bulmaya çalışacaksın. İstanbul'dan daha zor olamaz ya yol, iz bulmak! Seni tam ters yöne gönderebilecek insanların olduğu bir memleketten geliyorsun sen, bilmediği halde bilmediğini kendine dahi itiraf etmeyen, edemeyen insanların memleketinden. Sen orada yolunu bulduysan burada da bulabilirsin. İstiklal Caddesi'nin yılbaşındaki kalabalığı gibi kalabalık bir caddeden geçeceksin belki. Yüzlerce, belki binlerce insan olacak etrafında. Soracaksın her gördüğüne, ''Do you speak English?'' diye. Kimi ''No'' diyecek, kimi de ellerini çaresiz bir şekilde iki yana açarak bilmediklerini vücut dilleriyle ifade edecekler. Sen de çaresiz devam edeceksin yoluna.

Bir yerden sonra bırakacaksın artık insanların İngilizce bilip bilmediklerini sormayı, sadece öğrendiğin üç beş kelime ile yol sormaya başlayacaksın: ''Scuzi, Porta Nova?'', ''Afedersiniz, Porta Nova?'' Yani ''Porta Nova nerede?'' diye soruyorsunuz aslında. Kendi dillerinden birşeyler duyunca insanlar, daha rahat anlamaya başlayacaklar seni. ''Cinco metro....'' diye başlayacaklar anlatmaya. Öğrendiklerinizi düşünüp Cinco'nun 5, 50 ya da 500, metro'nun da metre olduğunu tahmin ederek belirtilen yönde yürüyeceksin. Bir de bakacaksın ki trenin kalkmasına tamı tamına 5dk kala varmışsın gara. Tüm yollar Roma'ya çıkar yani bir süre sonra..
Mutlu, mesut trenine binecek, yola düşeceksin.

İşte böyle birşey gezmek dediğin. Taksiye binip ''Porta Nova'' demek kolay olanı. Zevksiz, basit ve kolay olanı. Yolda insanları çevirip Porta Nova'nın nerede olduğunu sormak ve yolu bulmaya çalışmak ise asıl zevkli, heyecanlı olan...

Gezmek dedim ya, basite alınacak birşey değil. Ciddiye almak gerekir. Sanattır çünkü gezmek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder