gönüllü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gönüllü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Kaderin İlginç Döngüsü


Bir patron düşünün. Çalışanlarına asgari ücret verip bunun dışında da herhangi bir ek gelir/imkan vermeyen bir patron bu patron.

Çalışanlarından Saliha, küçük bir çocuk sahibi. 3 yaşında henüz kızı. Saliha bizim patronun yanında çalışıyor. Haftada 6 gün hem de. Cumartesi öğlene kadar. Kimi zaman akşam vardiyasında da çalıştığı oluyor. Arada sık sık biraz daha fazla para kazanabilmesi için mesai yapmak zorunda kalması da cabası.

Saliha'nın eşi de başka bir işyerinde yine asgari ücretle çalışan bir işçi. Aileleri de uzakta olduğundan çocuklarına bakacak kimse yok. Kreşe vermek için yeterli paraları da olmadığı için çocuğu ücretsiz, gönüllülerin görev aldığı bir dernek bünyesindeki kreşe bırakıyorlar her sabah. Gönüllüler çocuk bakım konusundaki profesyonellerden değil, çeşitli farklı sektörlerde çalışan profesyonellerden, emeklilerden ve pek çok üniversite öğrencisinden oluşuyor. Kreş akşama kadar açık olmadığından oradakilerden yardım istiyor Saliha ve her akşam kızını kapıdaki güvenlik görevlisinden alıyor. Kreş nispeten iyi olmasına rağmen işine çok da yakın olmadığı için akşamları kızına daha erken kavuşmak için biraz fazla koşturması gerekiyor. Çocuğu ufak olduğu için kimi zaman diğer çocuklarla kavga edildiğinde patronundan izin alarak kreşe gitmesi gerekiyor. Bu gidişler kimi zaman maaşından kesintiye dahi yol açabiliyor.

Yukarıda bahsettiğimiz patron sadece iş odaklı değil, aynı zamanda sosyal olarak da aktif zaman geçirmeyi seven bir patron. Aynı zamanda çeşitli dernek/kurumlarda gönüllü olarak çalışmaları da var. Hem de ciddi anlamda zaman harcıyor bu gönüllü çalışmalarına ve çalışanlarını da teşvik etmeye çalışıyor. Yalnız gönüllü çalışmayla yetinmeyip her ay sürekli olarak bu gönüllü çalıştığı kurumlara da maddi yardımda bulunuyor bizim patron. Vermenin önemli olduğunu biliyor. Hatta bu yaptığı bağışları vergiden dahi düşürmeye çalışmıyor.

Bizim Saliha bir Cumartesi günü öğlen iş çıkışında kızını almaya kreşe gittiğinde orada patronunu görüyor. Selamlaştıktan sonra patronu çocuğunu oraya bıraktığını öğreniyor. Biraz ayaküstü sohbet ettiklerinde patron Saliha'nın gelirinin az olduğu için kızını oraya bırakmak durumunda kaldığını ve kimi zaman arada izin alarak kızıyla ilgilenmeye gittiğini öğreniyor. Eşinin de çalıştığını, fakat onun da asgari ücret aldığı için geçimlerini sağlayamadıklarını, gelen paranın anca yeme içme ve kirayla bittiğini öğreniyor. Üzülüyor ama elinden birşey gelmeyeceğini düşünüyor.

Bir de diğer açıdan bakalım:

Saliha çalıştığı işine göre hakkı olduğunu düşündüğü (mesela asgari ücretin 1,5-2 katı kadar) maaş alan bir çalışandır. 3 yaşındaki kızını işyerinin yakınındaki bir kreşe vermektedir. Her gün öğlen arasında, hatta bazen arada kızını görme fırsatı da oluyor. Maaşı zaten iyi olduğundan mesaiye kalması da gerekmediği için normal mesaisinde de oldukça efektif ve mutlu çalışıyor.

Patron ise sosyal hayatına daha çok zaman harcayacak zaman buluyor ve daha mutlu oluyor.

Hangisi sizce hem bireyler hem toplum için daha iyi? Çalışanlarına az maaş verip parayı dernek/vakıf/kar amacı gütmeyen kurumlara vermek mi? Yoksa çalışanlarına hakkını verip gönüllü kurumlara daha az vakit/para vermek mi?

Görsel: http://www.ozguryazilim.com.tr/wp-content/uploads/2013/03/dongu.jpg 

15 Ekim 2014 Çarşamba

Gidesim var yine


Gidesim var yine..
Bu kez daha uzun süreliğine ama. Gidip kalmak. Bir yerlerde. Öyle birkaç günlüğüne değil. Birkaç aylığına da değil. Birkaç seneliğine gitmek. Uzaklaşmak buralardan. Gidip dinlemek kendimi. İçimi. Ruhumu. Çok yoruyor bu memleket insanı.

Sene 2002 sonları. Üç arkadaşımdan ikisi İspanya'ya, diğeri Avusturya'ya gitti. Ben de düşündüm sonra. Anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite derken onyedi senedir aralıksız okula gitmiştim. Okulu sevmemek değildi kafamdaki. Sadece eğitime biraz ara vermekti. Daha önce duymuştum bir yerde.:
Birkaç kişi yerli birini kılavuz olarak alıp Amazonlarda gitmek istedikleri yola doğru gidiyorlar. Hızla yol alıyorlar birkaç gün, arada ufak dinlenme molaları vererek. Sonra birden kılavuzları olan yerli yere oturuyor ve gözlerini kapatıyor. Adama sesleniyorlar, ses yok. Bekliyorlar akşama kadar. Yerli gözlerini açıyor. Soruyorlar niye öyle oturup kaldığını. Aceleleri olduğunu. Beklemeye çok tahammülerinin olmadığını. Yerli ise son birkaç günde çok hızlı gittiklerini ve ruhunun gerilerde kaldığını söylüyor. Ruhunun kendisine yetişmesi için beklediğini anlatıyor.

Benimki de öyle birşeydi. Yorulmuştu zihnim. Gerçekten yorulmuştu onca sene eğitilmekten. İşime yarayacak, yaramayacak bilgilerle dolmaktan yorulmuştum. Dinlenmek istiyordum. Dinlenip kafamı toparlamak. Belki de ruhumun beni tekrar yakalamasına yardımcı olmak. İzin vermek buna. Tatildi yapmak istediğim biraz da. Ya da "Mehr als Urlaub" yani Köln yerel dergisine verdiğim röportajda söylediğim gibi, "Tatilden daha fazlası" idi bulduğum. Güzel olmuştu. Dinlenmişti, hem bedenim hem de ruhum. İnsanın evden çıkıp işe gittiğinde işe varış saatini tam olarak bilmesinin neler yapabileceğini tezahür edebilir misiniz? Ben edebildim bunu. Hem de bundan 11 sene önce. Dakika şaşmazdı. Böylece hayatınızı düzene sokabiliyorsunuz. Elinizde olmayan konular düzenli ve yerli yerinde olunca, kalan herşey elinizde olmuş oluyor. Kızacak kimse ya da birşey yok.

Sonrasında zaman geçti tabii. Tekrar bir keşmekeşin içine girdim. Zaman geçti. Bitmesinin üstünden neredeyse on sene geçti. Bu on sene içinde yaşadığım keşmekeş, hayatın düzeninin değişmesi, bir orada, bir burada olmam, sürekli bir değişim, düzensizlik içinde düzensizlik, dengesizlik içinde dengesizlik derken bir de baktım bu son on sene beni önceki onyedi seneye göre daha çok yormuş sanki. Yaşın ilerlemesi de var bir yandan. Eski enerjim yok. Gülmek başka birşey. O hep var. Üç yaşındayken de vardı, yedi yaşındayken de, onyedimde de, yirmiyedimde de. Yetmişyedimde de olacak yine. Enerji başka birşey. O bazen var, bazen yok. Sinüs eğrisi gibi. Bir inip bir çıkıyor. Harmonikli sinüs eğrisi ama. Düzensiz çünkü.

Şimdilerde yine diyorum, gidesim var diye. Evet, var gidesim. Öyle birkaç günlüğüne değil ama. Birkaç aylığına da değil. Birkaç seneliğine. En azından bir sene olsa, gerçekten de güzel olacak. Düzenli, sakin, rahat bir yerde, düzenli, sakin, rahat bir hayat. Bol gezmeli, bol görmeli, bol fotoğraflı..

Sonunda mı? Sonunda yine kaosun merkezine dönüş: İstanbul'a dönüş..

Kim bilir?