22 Ekim 2014 Çarşamba

Kul Hakkı Üzerine

Günlük hayatta hep bir başkasının hakkına tecavüz etme yönünde çalışıyoruz farkında olmadan. Nasıl mı? Çok basit. Mesela karşıdan karşıya geçerken, kaçımız trafik ışıklarında yayalara yeşil ışığın yanmasını bekliyor? Ya da diğer türlü, kaçımız arabayla giderken sarı yandıktan sonra yanan kırmızı ışığı görmemize rağmen geçmeye çalışıyoruz? Kaçımız ışık yeşil olduğu durumda trafik sıkışık olduğu halde ilerleyip kavşağı diğer yönden gelenlere kapatıyoruz?

Trafikteki davranışlar, yanlışlıklar saymakla bitmiyor. Kaçımız yaya geçidinde yayalar beklerken yol veriyor onlara? Hep de bahane belli: 'Kimse uymuyor ki kurallara!' Külliyen yalan halbuki. Uyanlar var. Çok değiller belki ama uyanlar var.

Trafikten geçelim, kaldırımlara gelelim. Önündeki kaldırımı işgal etmeyen kaç esnaf tanıyorsunuz? Belediyeler bunu bir de resmiyete bağlamış durumda. "İşgaliye ücreti" alnıyor. Kaldırım yayaların hakkı halbuki, belediyenin malı değil. Kamunun malı. Bu işgaliye için o bölgede yaşayan insanlardan da izin alınmasına dair bir çalışmayı duymadım, bilmiyorum.

Bina yaparken mesela. Herkes kendi sınırının dışına taşmaya çok meraklı. Binalar zemin seviyesinde tamı tamına arsalarının sınırından başlıyor olabiliyor birçok yerde. Fakat yukarıda nedense dışarı çıkıklığı pek çok binada görüyoruz. Burada da kendi hakkından fazlasını talep etme yok mudur? Kendisine değil, Hazine'ye yani devlete, yani kamuya ait alanlara yapılan yapılar peki? Ya da gecekondular? Onları yapanlar da kul hakkı yemiyor mu? Başkalarının hakkını arama hakkım olmadığını düşünerek, benim hakkımı yemiyorlar mı? Kesinlikle yiyorlar. Her irili ufaklı boş alana, yeşil alana, ormana binalar tek tek dikilirken benim temiz hava alma hakkım yenmiyor mu?  Binaların altına otopark yapılması yerine bodrum kat ev olarak satışa sunulması, otoparka parketmesi gereken araçların yola, kaldırımlara park etmesi, sonra da o civarda bir yangın çıkması durumunda itfaiye ve ambulansların olay yerine girememesi.. Yangında ölenlerin yaşam hakkını/zarar görenlerin haklarını çalmış olmuyor mu tüm o insanlar?

Yola çöp attıktan sonra ilk şiddetli yağmurda ortalığı sel götürmesini düşünelim. Ya da dere yatağında yapılaşmaya izin veren yöneticileri düşünelim. Oralarda olan selden etkilenen insanların hakları sokağa çöp atanlar, uygunsuz yapılaşmaya izin veren yerel idareciler tarafından çalınmış olmuyor mu? Kim ödeyecek bunca kul hakkını?

Diğer yandan patronlar. Kendi çocuklarına aldıkları hediyeler dahil herşeyi vergiden düşmek amaçlı kullanıyorlar. Özel çalışan doktorlar aylık asgari ücretliden bile daha az kazanmış gösterip vergi kaçırıyor. Kazandıkları para ise kendilerine villalar, katlar, yatlar almaya dahi yetecek seviyede bazıları için.

5 vakit namazında olduğunu, oruçlarını kesinlikle aksatmayan bir arkadaşımın kiralamak istediği eve kendisinden önce talip olan insanları iptal edip evi kendisine kiralaması için kendisinden önce gelenlere ev sahibinin yalan söylemesini talep ettiğini biliyorum. Kendisi söyledi. 'Kul hakkı yemiş olmuyor musun?' diye sorduğumda 'serbest piyasa ekonomisi' cevabını verdi. Yani serbest piyasa ekonomisi sözkonusu olunca kul hakkı denen şey de yok oluyor.

İslam adına insanların kafası kesilip öldürülüyor. Hatta bu yapılanlar sergileniyor. Merak ettiğim en büyük günahın kul hakkı olması, bunun Allah tarafından affının olmaması, kul hakkı denince de en büyük kul hakkının yaşama hakkı olmasını düşünüyorum ve kafam karıştıkça karışıyor.

Çalışanların gelir vergileri, sigorta ödemeleri ve diğer her türlü vergisi işverenlerden tahsil ediliyor ülkemizde. Peki şöyle biraz geçmişe doğru baktığımızda kaç defa vergi affı, faiz affı, borç affı hatırlıyorsunuz? Benim için sayısız. Bu işverenler adımıza ödemeleri gereken vergileri ödemedikleri gibi bu paraları kullanarak daha fazla para kazanmış, sonrasında çıkan aflarla da hem vergilerinin, sigorta ödemelerinin bir kısmından hem de birçok zaman faizinden kurtulmuşlar. Bu arada tabii kamunun, yani bizlerin malını, mülkünü, parasını gasbettiklerini de belirtmek gerek sanırım..

Bir müteahhit işlediği suçtan dolayı içeri atılacağı zaman içeri girerse kamu ihalelerinde işleri olduğunu, işler yürümeyeceği için birçok işçinin işsiz kalacağını öne sürerek serbest bırakılmayı talep edecek kadar yüzsüzleşebilmişti.

Dün okuduğum haberde ABD başkanlarının Beyaz Ev'de tüm masrafları kendileri tarafından karşılanmak üzere oturduklarını, hizmetçilerin, kuaförlerinin, resmi davetler için gereken kıyafetlerin bile tüm masraflarının başkanların kendileri tarafından karşılandığını anlatıyordu. Haberin tamamı için: Bir demokraside, devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası buradan okuyabilirsiniz. Bizdeyse her gelen başbakan, cumhurbaşkanı daha fazla masraf yapıp her türlü masrafını da kamunun, yani bizlerin parasından harcamak konusunda birbirleriyle yarışıyor. Bunun son örneği de Ak-Saray denen yapı. Detayları önemli değil çok da. Mesele kamunun parasıyla kamuya en ufak bir şekilde hizmeti dokunmayacak bir yapının yapılması ve yine bu parayla müthiş derecede lüks bir hayat yaşanması. Bunların da hep bizim hizmetkarımız olacağını söyleyen, öyle olmaları gereken milletvekilleri, bakanlar, başbakan ve en önemlisi de cumhurbaşkanı tarafından yapılması. Burada da kul hakkı yenmiyor mu? Almanya şansölyesi Angela Merkel'in kişisel aramaları için faturasını kendisinin ödediği telefonu olduğunu tüm dünya biliyor diğer yandan.

Konu aslında anlatmak istediğimden biraz daha saptı. Kapsamı daha bi genişledi ama biraz okuyunca hepsinin de kul hakkı denen ve özellikle islamda tek affedilmez günahın hemenhepimiz tarafından günaşırı şekilde işlendiğini görüyorum. Birçok yaptığımızın farkında değiliz ama farkına varabiliriz. Bunları okuduktan sonra "Doğru, AMA" ile başlayan onlarca, belki de yüzlerce cümle söylenebilir. Söylenecektir. Fakat önemli olan "AMA"dan sonraki kısım değil öncesindeki kısımdır. Yani tüm bunlar doğru: Kul hakkı yenmesidir. Ve tüm bunlar beni rahatsız ediyor. O kadar kanıksanmış ki tüm bunlar, kimsenin de karşı çıktığı ya da karşı çıkmayı düşündüğü yok ne yazık ki. Bu mudur peki olay?

Hiçkimse bana bunun zaten böyle olduğunu, değişmeyeceğini falan anlatmaya çalışmasın çünkü herşey değişebilir. Kolay olan varolanı olduğu gibi kabullenmektir aslında. ''Böyle gelmiş, böyle gider!'' mantığı bana en korkak ve kaçamak yanıt gibi geliyor. 

Ne olur herkes gerçekten de hakkına, emeğine razı olsa?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder