sinüs eğrisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinüs eğrisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2014 Salı

Elektrik Hayattır

Gerçekten de elektrik hayattır.

Elektrikte 50Hz'in ne olduğunu pek bilmez. Alternatif akımın, yani kullandığımız elektrik akımının frekansıdır 50 Hertz. Sinüs eğrisini düşünürsek 1 ile -1 arasında bir saniyede 50 kere gidiş geliş demektir bir diğer deyişle.


İşte aynen yandaki gibi. Bir inip bir kalkar. 1 ile -1 arasında değildir bu sadece. Ama bildiğimiz sinüs eğrisi..

Hayat da buna benziyor. Sürekli bi iniş çıkışlar var. Hiçbir şey sürekli iyiye ya da kötüye gitmez. Tabii buradaki gibi çok keskin ve düzenli olmaz hayattaki iniş çıkışlar ama yine de benzerdir. Bir iner bir çıkarız.

Bazen ruhumuz da bu tempoya ayak uydurur. Mevsimler değişirken bizim ruh durumumuz da değişkenlik gösterir. Sonbahar geline sıfırın altlarında dolanırız. Bunun bir nedeni de düşük hava basıncıdır aslında ama biz ruhumuzda hissederiz bunu. Düşer tempomuz. Düşer kimi zaman moralimiz biz anlamadan.. Sonra kışla birlikte daha da aşağılara inebilir. Sinüs eğrisinin diplerine kadar yolu var yani.

Tramboline binen vardır. En azından çocukları görürsünüz trambolinden zıplarken. Trambolin de sinüs eğrisine benzer hayat gibi. En alta kadar inmeden en üste, en yukarıya çıkamazsınız. Yani inmenin de bir sınırı var. ''Kestirmeden yukarıya döneyim'' demekle olmuyor. Ciddi ciddi dibi görmek lazım ki yukarı çıkışımız şahane olsun.

İlkbaharla birlikte işte, tekrar yukarı çıkış başlar. Yazın başı gibi sıfır seviyesini görmüş ve daha da yukarı doğru ilerliyoruzdur artık. Yazın sonuna kadar da bu böyle gider. Moralimiz de sıcaklıklarla paralel şekilde artar da artar. Belki de bu yüzdendir Ağustos ayının en sıcak, Şubat'ın ise en soğuk ay olması..

Sonra devam işte.. Aynen hayat gibi. İniş çıkışlarla dolu bir hayat..

Kimi zaman da bu iniş çıkışlar müthiş hızlı olabilir. Bir an çok iyi hissederken, bir an çok kötü hissedebiliriz. Hemen sonra bi daha çok iyi olur durum. Yani 50Hz'e geri dönüş bir bakıma. Sık aralıklarla iniş çıkışlar..

Demem o ki, elektrik gerçekten de hayattır..

6 Kasım 2014 Perşembe

Hayat

Sinüs eğrisine benzettim ben hep hayatı.
Bir aşağı gidiyor,
Bir yukarı.
Sürekli yön değiştiriyor.

İşin güzel yanı ise,
iki tarafta da tepeyi görmeden,
yorulmadan,
bıkmadan, usanmadan,
durmuyor.

Hüzün de bu hayattan,
neşe ve eğlence de.
Biri var diye diğeri yok olmuyor.
Aynı anda da gelebiliyor,
farklı anlarda da..
Sahiplenmeli ikisini de,
sevmeli,
yaşamalı.
Sonuna kadar bi de..

21 Ekim 2014 Salı

Yaş 33, yolun yarısına 2 değil, 42 var..

Hayat çok garip gerçekten de.. Bazen zıtlıkları aynı tepside sunabiliyor insana. Bir arada. Seçip seçmemek elinde değil ama. Bir yandan neşe verirken diğer yandan hüznü verebiliyor. İkisini de almaya mecbursun. Alıp almama durumun da yok hani. en güzeli herşeyi kabul edip öyle devam etmek yola sanırım..

Bugün itibariyle 33 yaşımdayım. Daha düne kadar sorulduğunda 32 diyebiliyordum halbuki. 1, 2, 4, 8, 16 ve 32'ye bölünebilen bir sayıydı. Güzel bir yaştı. 2'nin 5. kuvvetiydi bir diğer açıdan. Yalnız ben asal sayıları daha çok severim. Bunun için de görünen o ki 37 yaşıma kadar beklemem lazım. Yalnız o zaman da şairin dediği yolun yarısını geçmiş olacağım. Bir kitap var, 'Yaş 75, Yolun Yarısı!' diye. Bana sanki yolun yarısı olan 35 çok da uygun değil gibi. Bu hesapla tabii daha bi 40 sene 'Ben gencim!' diyebilirim kendime..

Yolun yarısı. Evet. 35 demişti şair. Benim daha iki senem var 35'e. Peki neler yaptım 33 senede? Güzel şeyler tabii ki.. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite falan daha rahat ve sakin geçmişti sanki.. Gezmiştim biraz. Görmüştüm dünyayı ucundan, kıyısından. Sonrasında hayata, daha doğrusu çalışma hayatına başlayınca işler değişti. İlk olarak sabah 10.00'da uyanıp 12.30'da çalışmaya başladım. Akşam da 20.30'a kadar sürüyordu işim. Güzel de geliyordu hani. Her akşam çıkabiliyordum böylece. İstediğim kadar da kalıyordum. En güzel günlerimdi sanırım.. Bir sene kadar sürdü. Ve bitti, her güzel şey gibi. Güzel yanı hayatımın düzene girmiş olmasına rağmen yine de monoton olmaktan uzak olmasıydı. Haftada en az iki akşam, çoğunlukla üç ya da dört akşam dışarıdaydım. Dönme saati sınırının olmaması güzel birşey gerçekten de.. Haftasonu ise tamamen bana aitti. Noel'de 2 hafta, Paskalya döneminde bir hafta, yazın bir ay ve benim aradaki toplam bir aylık tatilimle birlikte şimdi düşününce iyi tatil yapmışım diyorum kendi kendime..

Döndüm memlekete ve tekrar başladım çalışmaya. Bu kez sabah 7.30 gibi uyanıyordum 9.00'da işe başlamak için. Akşam da 21.00'e kadar çalışıyordum. Eve dönüşten sonra annemin verdiği yemeklerle ilk göbek bırakma çalışmalarım başarıya ulaştı. 10 ayda 10 kilo aldım ve o kilolar halen daha duruyor bir yerlerde.. Çok bilinçli olmamıştı bu göbek bırakma hadisesi ama işte elden ne gelir.. Artık balkonum da vardı.. 7 ay kadar sürdü bu hayatım da. Bir de haftada altı gündü artık çalışmam ve izin günüm haftasonu değil haftaiçi bir gündü.. Sonra staj falan derken bir de baktım mezun olmuşum mühendis olarak.

Asıl şimdi çalışmam lazım diye düşünüp atıldım profesyonel iş hayatıma, yani mühendis olarak çalışmaya.. Onlar da bana 'Madem o kadar enerjiksin, çalış o zaman!' dediler.. Böylece sabah 5.00'te uyanıp akşam da 23.00'te uyumaya başladım önce. Düzenli hayat denen şey. Çok sıkıcı. Bir süre Pazar günleri dahi anca iki haftada bir tatil oluyordu tam gün. Gençtim ama (gerçi halen daha gencim :) ) o zamanlar. Genç ve enerjik olunca insan, herşeyi yapabileceğini zannediyor. Enerjisinin yeteceğini sanıyor. Yetiyor da bir yere kadar.. Böyle geçti dört sene. Nasıl olduğunu çok da fazla anlamadan. Yalnız dolu dolu geçti. Nasıl geçmesin haftanın 6 günü günde 11 saat çalışırken? Tabii işten çıktıktan sonra akşamları salsaya gidip bol bol dans ediyor, sonra tekrar eve dönüp 3-4 saat uykuyla işe gidiyordum. Enerji bol ne de olsa, harcamak lazım.. Bi ara İspanyolca'ya başladım. Öğrendim temellerini. Bi ara Perşembe akşamları sonraki gün tatil olduğu için canımız sıkıldığında sırf güzel gece manzarası izlemek için 100-150km yol gittiğimizi de çok hatırlarım. 7/24'ün içine neler sığdırılabileceğini öğrendiğim zamanlardı. Sonraları 4 sene böyle devam etti. Ve burası da bitti..

Döndüm yine memlekete. O kadar yoğunluktan sonra biraz dinleneyim derken bir de baktı 14 ay olmuş dinlenmeye ilk başlamamın üstünden. Artık çalışmam gerek deyip tekrar başladım çalışmaya. Önce beş gün ile başladım. Düzenli bir işti. Fakat haftada altı gün çalışmış bir insana beş gün az deyip ayrıldım ve yine şantiye çamuruna döndüm. Biraz orası biraz burası derken hayat geçiyordu. Bi ara bir seneye yakın ofiste masabaşı çalışmaya döndüm. Bir keresinde müdürüm bana bir saat içinde tam onbir kere gerindiğimi/esnediğimi söyleyince doğru yerde olmadığımı anladım. Evet, beş gün çalışıyordum ama önemli olan hayatta mutlu olmak değil midir? Orada mutlu olmadığımı farkettikten sonra yer değişikliği zamanı gelmişti. Yaklaşık iki seneden sonra oradan da, rahat ve temiz ofis ortamından ayrılma zamanı gelmişti.

Sırada şimdiki yerim vardı. Yine altı gün çalışma ama daha önemlisi çalıştığım yerde mutlu olmamdı. Hayatta her şeyi mutlu olmak için yapıyor olduğumuzu farkettim yakın bir geçmişte. Asıl amacımız, hayatımızın amacı buydu. Hani bir soru vardır ya, hayatın anlamını sorar. Hayatın anlamı bence mutlu olmaktır. Bu kadar basit. Onca filozofa, bilgine, ya da inancımıza dönmemize gerek yok bunu anlamak için.. Mutlu olmak için ise, içimize bakmak lazım. Bizi neyin mutlu ettiğine odaklanmamız lazım.

Bazen eksik birşeyler oluyor hayatta. İşler yolunda gitmiyor. Herşey tersine gidiyor. Aslında bunların nedeni başka. Lise okuyanlar duymuştur sinüs eğrisini. Sıfırdan başlar ve yukarı doğru gider. 1'e kadardır yolculuğu. Sonra aşağı doğru döner ve sıfırdan da geçip -1'e kadar iner. Yani dibi görürüz. görürüz ki tekrar 1'e çıkmaya yetecek kadar enerjimiz olsun.. O tersine giden zamanlarda işte aşağı yolculuk var demektir. Yukarı yolculuğa da biraz zaman vardır. Ben şimdi yukarı doğru gidiyorum. Daha ne kadar giderim bilmiyorum ama çok gideceğim gibi bir his var içimde..

Güzel insanlarla donatılmış güzel bir çevrem var etrafımda. İnsanın güzel insanlar tanıması demek, güzel olması demek belki de. Ya da güzel insana evrilmesi.. O güzel insanların hep yanımda olacağı güzel bir sene olsun.. Hep birlikte..

Son birşey: Bundan on sene önceydi. Köln'de arkadaşımın mentörü ile görüşecektim. Bunu benden rica etmişti. Kadının evine gittim, görüştük. 75 yaşındaydı. O zamanlar yeni çıkmış Sony fotoğraf makinesi almıştı kendisine, dijital. Yaklaşık 1000€ civarındaydı fiyatı da. Fotoğraf çekmeye başlayacağını söylemişti. Müthiş de hevesli görünüyordu. Sonraları arkadaşımla konuşurken söylemiş, 'İşten ayrıldım, kendime yeni bir hayat kuracağım!' diye. 75 yaşından sonra yeni bir hayat! Bir insan daha ne ister ki?