9 Eylül 2009 Çarşamba

Yazmak...

Evet, şimdiki başlığım da "Yazmak". Nerden çıktı peki yazmak. Biraz önce gönderdiğim yazıdan çıktı aslında.
Gerçi bunu benim özelimde anlatabilmem için biraz gerilere gitmem lazım. Biraz'dan daha da gerilere aslında. Öyle ki konu aslında ilk yazmayı öğrenmeme kadar gidiyor. Ilginç gelebilir ama öyle. İlkokuldan önce okuma yazmaya dair hiçbirşey yapmamıştım. Anasınıfına gittiğim dönemde - gerçi şimdilerde biraz daha değişti anasınıfındaki uygulamalar- 6 yaşındaydım. Genelde okulda kalmak istemez sık sık eve kaçardım (ev derken de okulun bahçesinden çıkıp yaklaşık 10m. genişliğinde yolu geçmekti yaptığım). Ablam da o dönemde 1. sınıfa başlamıştı ana sınıfına gitmeden. Ablam harfleri öğrenirken ben de g harfinden gözlük, s harfinden yılan falan yapıyordum ana sınıfında. Yalnız akşamları ablamla konuşmalarımızda ve ders çalışmamızda (ilkokulun daha başında ne kadar ders çalışılabilirse artık) ben de ablamla birlikte harfleri öğreniyordum. Sınıfta da öğretmen g ile gözlük yaparken ben hemen bilmiş bilmiş "O gözlük değil 'g' harfi derdim. Öğretmen de beni sever ama yine de kızardı buna. Yalnız mesele yazmaya geldiğinde çok kötü yazardım. El yazısı henüz daha öğretilmezdi o zamanlar anasınıfındayken ve normal yazıda da çok kötüydüm.

1. sınıfa geçtiğimde yine bu devam etti. Yani yazım halen daha çok kötüydü. Öğretmenim Türkan Hanım bazen benimle birlikte sınıftaki birkaç öğrenciyi daha masasına götürür ve yazımızı düzelttirmeye çalışırdı. Sınıfın en başarılı birkaç öğrencisinden biri olmama rağmen en kötü yazı da sanırım bendeydi.

Yazmayı hiç önemsemezdim. Babamın yazısı kendisine göre çok güzeldi ve benim de öyle yazmamı isterdi. Ilk yıllar çok da üstünde durmadı bu yazı işinin. Evimiz 2. sınıftan sonra Muş'a taşındı ve orada da kötü yazıya devam ediyordum. O zamanlar babam artık olaya el koymuş, yaz tatillerinde benden ve Vefa'dan (ki Vefa'nın da yazısı benimki gibi kötüydü) her gün bir sayfa yazı yazmamızı istiyordu. Yazın o sıcak günlerinde evde oturup en az 1 saat yazı yazmak. İşkencenin farklı bir türü. Yazıya çok önem verirdi. Ben bikaç kere sonraki bikaç günün yazısını yazar, sonraki günlerde işi iyice sallar ve en son bi sürü yazı ödevimi biriktirirdim. Sonuçları çok da iyi olmazdı bu durumun.

Okuldaki öğretmenimiz beni çok severdi. Gerçi her gün ödev yapmadığım için dayak yerdim ama yine de diğerleri yaparken benim yapmadığımdan dolayı döverdi öğretmen sadece, yoksa ilkokul boyunca hep en iyi birkaç kişi içindeydim. Yazmaktan bu kadar üstüme gelinmesinden dolayı nefret ediyordum. Sınavlar ve karneler sorunsuz tek tip gelmesine rağmen yine de yazı konusunda fırça yemekten kurtulamıyordum bir türlü.
Sanırım yapımdan kaynaklanıyor bu, istemediğim bir konuda çok üstüme gelindiğinde kaybedeceğimi bile bile yapmıyordum o şeyi (her ne ise artık).
 
Böyle ilkokul bitti ve ortaokula geçtim. Orada da durum farklı değildi. Öğretmenler beni severdi ve kötü de yazmış olsam yine de okumaya çalışırlardı yazdıklarımı. Kimi öğretmen sınav kağıdım elinde, beni çağırıp 'Şuraya ne yazdın Azem' demişti bazı zamanlar. Bazen iki ihtimal varsa ve ben aslında yanlış yapmışsam bile 'Azem çalışkandır, kesin doğrusunu yapmıştır' diye doğru kabul edip tam not da verdikleri oluyordu. Yani kötü yazmak o kadar da kötü değildi her zaman. Faydalı bile oluyordu kimi zamanlar. Türkçe dersi öğretmeni bile yazımdan dolayı kızmazdı bana. Çünkü beğenirdi dersimi ve yazdığım kompozisyonlarımı...
Liseye geçtim ve yazım halen daha kötüydü. Vefa'nın yazısında düzelme vardı ama benimki eskisi gibiydi. Hatta hızlı yazdığım zamanlar kendim bile okuyamıyordum yazdıklarımı. Lisedeki öğretmenler (ya da hocalar) en az umursayanlardı yazımı. Güzel olmayan yazımı okur sonra da notumu verirlerdi. Sıkıntısız, sorunsuz... Artık babam da eskisi gibi değildi. Yazımın iyi ya da kötü olmasının artık önemli olmadığını düşünüyordu. Hani doktorların yazısı hepimizin malumu çoook kötü ya, 'Önemli olan başarılı olman, yazı çok da önemli değil, doktorların da yazısı çok çirkindir ama kimsenin umrunda değil bu' demeye bile başlamıştı. Benim tıp okumaya hiç de niyetim yoktu gerçi, mühendis olacaktım...
Nihayetinde üniversiteyi kazanmış ve okumaya başlamıştım. Bu zamana kadar öğretmenlerle pek de sorunum olmamasına rağmen üniversitede başkaydı herşey. Üniversitedeki öğretim görevlilerinin yazıları okuyamadığında doğrudan üstünü çizip yanlış diye yazdıklarını ancak bikaç notum beklediğimin çok altında gelince öğrenmiştim. Neymiş? Düzgün yazı da önemliymiş. Biraz geç oldu ama orada öğrenmiştim. Şöyle bir soru duyar gibiyim: 'Peki yazın düzeldi mi?'. Cevabı: 'Hayır'. Doğrudan hayır demek de kendime haksızlık etmek olur sanırım. Eskisi kadar kötü değildi ama hızlı yazdığımda her türlü kötüleşiyordu. O dönemde biraz düzgün yazmaya çalışmaya başlamıştım bile.
Hadi gelelim şimdiye. Yazım halen daha kötü. Günlük tutmayı seviyorum aslında. Daha doğrusu yazmayı. Özellikle de Köln'deki ilk zamanlarda buna alıştım. Orada farkettim eskiden neredeyse nefret ettiğim şeyi artık sevmeye başlamıştım. Ilk dönemde her gece tuttuğum günlüğüme (çok her günü aynı gün yazamasam da) yazdığım yazılar genelde tek sayfayla bitmiyordu. Her gün 4-7 sayfa arası sürüyordu. Çok aşırı derecede ayrıntıya giriyordum. Günlük olaylarla ilgili aklıma gelen her türlü detayı yazıyordum. Hatta bazen günlük dışında da yazdığım oluyordu. Bu yazma işi hoşuma gitmeye başlamıştı cidden.
Bir ayrıntı vardı yalnız, benim asıl sevmediğim, daha doğrusu çok da uğraşmak istemediğim, elle yazıydı. Son dönemde bilgisayarla yazmaya başladıktan sonra daha rahat ve daha istekli olmaya bile başladım yazma konusunda.
Şimdi de Dubai'deki son dönemlerim ve yine yazıyorum. Içimden geçenleri, yaşadıklarımı, öğrendiklerimi vs... 
Neymiş peki? Yazmak iyiymiş, ister elle ister bilgisayarla... Ama yazmak lazımmış...

El Azem...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder