Sabır bir insanın sahip olabileceği en büyük erdemlerden biridir sanırım.. Kolay değildir çünkü sabırlı olmak, sabretmek. İstediğimiz şeyin olmasını, hele de çok, çook fazla istiyorsak, daha da zordur. Beklemek. Her geçen saat, dakika, hatta saniye bile bir asır gibi gelebilir kimi zaman. Einstein'in zamanın izafi oluşuyla ilgili söylediği de bu biraz.
Bana biraz daha yemeğin hızlanmasıyla başladı gibi geliyor tüm bunlar. Aslında tamamı bir süreç içinde ilerler, değişir, gelişir. Her zaman iyiye doğru olması gerekli değil tabii.. Yemek, biraz daha MacDonald's'ın üretimini hızlandırmasıyla, birkaç saniyede bir hamburger üretmesiyle daha kolay üretilebilir oldu. Hatta adına da 'fast food' dendi, yani hızlı yemek.
Sonra ne oldu? Bu hızlanan yemek üretimi yemek yeme süremizi de hızlandırdı. İşlenmiş gıda daha az çiğnenmeye ihtiyaç duyuyor çünkü. Hızlı gıda. Kıyafet peki? Eskiden sipariş verilir, ona göre diktiririlirdi kıyafetler. Bu da zaman ve para demekti. Bu işi hızlandırmaya cevap da hazır giyim oldu tabii ki.
Diğer sektörler de peşi sıra takip etti. Bir de baktık hayatın diğer alanları hızlandı. Otomobiller mesela, daha hızlı daha güçlü oldu zaman içinde. Peki sonra, diğer alanlar. Hayatın tüm alanları.
Bir filmde görmüştüm, ölülerin ruhları insanlar arasında dolaşıyordu. Bir ölü diğerine soruyor, 'Birinin ölü ya da diri olduğunu nasıl anlıyorsun?', diye. Cevap çok ilginç: 'Diriler hep bir acele içindedir. Ölüler değil.' Çünkü ölülerin acele etmeleri gereken birşey yok ki!
Hayat böylesine evrilirken, herşey hızlanırken biz de birşeyi kaybettik: Sabrımızı kaybettik. Yemeğin hızlı olmasını bekliyoruz. Bir iki dakikalık gecikmeye bile çoğu zaman tahammülümüz yok. Hemen başlıyor şikayet etmeler. Yolda giderken birilerine çarpma, onların konfor alanına girip onları rahatsız etme pahasına yapıyoruz bunu bir de. Yetişmemiz gerekiyor çünkü bir yerlere. Yolda giderken geçen zaman bize çok geliyor. Hemen geçsin istiyoruz yol. Varacağımız yere varalım istiyoruz. Bir an evvel hem de. Tahammül yok. Beklemememiz gerekiyor. Önemli işlerimiz var çünkü. Hiç kimseyi, hiç bir şeyi bekleyemeyen işler hem de.
İşyerinde çalışırken sürekli birşeyler istenir bizden. Hepsinin de acelesi vardır. Hepsinin bir şekilde bitirilmesi gerekiyordur. Bu arada esnememize bile tahammülü olmaz müdürümüzün. Anlatmaya çalışırsınız, anlamazlar. Ondan sonra sabah mesai başladığında insanlar günün bitmesini beklerler. Akşam evde geçireceği birkaç saat için on saat işyerinde geçirdiğinin farkında olmadan hem de. Giden günün kendi hayatımızdan gittiğinin farkında olmadan..
Film izleriz, çabuk bitmesini bekleriz. Çabuk bitsin de diğer şeylere yetişelim. Yemek çabuk bitsin de gidelim. Tiyatroya gideriz. Bitmesini isteriz çabucak ki gidip birşeyler içelim. Orada da yine zamanın çabuk geçmesini bekleriz. Güzel bir yazı okuruz. Uzun gelir, yarısında bırakırız. Sonuna kadar okumaya zamanımız yoktur çünkü. Bir kitap okuruz. Okuyamayız. Sıkılırız. Hareketli ve müthiş sürükleyici değilse o kitabın edebi değerinin hiçbir kıymeti yoktur. Baştan sonra okumak için gereken sabrımız yoktur çünkü. Sonra başlar baştan almalar..
Bir ilişki yaşarız. Tüm aşamaların çabucak olup bitmesini bekleriz. Herşeyi bir anda yaşamayı. Mutlu olmayı. Sonra ise, herşeyi tükettikten sonra, sıkılıp ayrılır ve yeni birini alırız hayatımıza. Bazı konularda sorunlar yaşarız ilişkimizde. Bunların çözümünü karşı taraftan talep ederiz ama hemen olmasını bekleriz bu çözümlerin. Gecikmesine tahammülümüz yoktur. Ya hemen olmalıdır, ya da ayrılıp kendi yolumuza bakmalıyızdır. Gecikmeye tahammülümüz yoktur.
Metroda yürürüz. Yanımızda sokak müzisyenleri müzik yapar. Çok da güzel çalıp söylüyorlardır. Durup orada, en azından birkaç dakika, dinlemek yerine onları, yürüyüp geçeriz yanlarından. Birkaç saniyesini dinleyerek o güzel müziğin. Vicdanımızı rahatlatmak amaçlı olarak da birkaç lira bırakırız önlerine müzisyenlerin. Oradaki müzisyenlerin biraz para kazanmanın dışında müziklerinin dinlenmesini beklemeleri umrumuzda değildir. Acelemiz vardır ve gitmemiz gerekmektedir. Geç kalıyoruzdur çünkü.
Hastalanırız. Doktora gideriz. Doktor stresten uzak durmamızı önerir. Çünkü hastalığınızın nedenidir stres. Doktor konuşurken bile bitirsin de gidelim diye düşünürüz. Zaman kaybediyoruzdur orada. Sağlığımız gider ama umrumuzda olan bu değildir.
Sonra?.. Sonra da bir de bakarız hayatımızın sonuna gelmişiz. 'Keşke'lerden keşke beğen o zaman.
Bana biraz daha yemeğin hızlanmasıyla başladı gibi geliyor tüm bunlar. Aslında tamamı bir süreç içinde ilerler, değişir, gelişir. Her zaman iyiye doğru olması gerekli değil tabii.. Yemek, biraz daha MacDonald's'ın üretimini hızlandırmasıyla, birkaç saniyede bir hamburger üretmesiyle daha kolay üretilebilir oldu. Hatta adına da 'fast food' dendi, yani hızlı yemek.
Sonra ne oldu? Bu hızlanan yemek üretimi yemek yeme süremizi de hızlandırdı. İşlenmiş gıda daha az çiğnenmeye ihtiyaç duyuyor çünkü. Hızlı gıda. Kıyafet peki? Eskiden sipariş verilir, ona göre diktiririlirdi kıyafetler. Bu da zaman ve para demekti. Bu işi hızlandırmaya cevap da hazır giyim oldu tabii ki.
Diğer sektörler de peşi sıra takip etti. Bir de baktık hayatın diğer alanları hızlandı. Otomobiller mesela, daha hızlı daha güçlü oldu zaman içinde. Peki sonra, diğer alanlar. Hayatın tüm alanları.
Bir filmde görmüştüm, ölülerin ruhları insanlar arasında dolaşıyordu. Bir ölü diğerine soruyor, 'Birinin ölü ya da diri olduğunu nasıl anlıyorsun?', diye. Cevap çok ilginç: 'Diriler hep bir acele içindedir. Ölüler değil.' Çünkü ölülerin acele etmeleri gereken birşey yok ki!
Hayat böylesine evrilirken, herşey hızlanırken biz de birşeyi kaybettik: Sabrımızı kaybettik. Yemeğin hızlı olmasını bekliyoruz. Bir iki dakikalık gecikmeye bile çoğu zaman tahammülümüz yok. Hemen başlıyor şikayet etmeler. Yolda giderken birilerine çarpma, onların konfor alanına girip onları rahatsız etme pahasına yapıyoruz bunu bir de. Yetişmemiz gerekiyor çünkü bir yerlere. Yolda giderken geçen zaman bize çok geliyor. Hemen geçsin istiyoruz yol. Varacağımız yere varalım istiyoruz. Bir an evvel hem de. Tahammül yok. Beklemememiz gerekiyor. Önemli işlerimiz var çünkü. Hiç kimseyi, hiç bir şeyi bekleyemeyen işler hem de.
İşyerinde çalışırken sürekli birşeyler istenir bizden. Hepsinin de acelesi vardır. Hepsinin bir şekilde bitirilmesi gerekiyordur. Bu arada esnememize bile tahammülü olmaz müdürümüzün. Anlatmaya çalışırsınız, anlamazlar. Ondan sonra sabah mesai başladığında insanlar günün bitmesini beklerler. Akşam evde geçireceği birkaç saat için on saat işyerinde geçirdiğinin farkında olmadan hem de. Giden günün kendi hayatımızdan gittiğinin farkında olmadan..
Film izleriz, çabuk bitmesini bekleriz. Çabuk bitsin de diğer şeylere yetişelim. Yemek çabuk bitsin de gidelim. Tiyatroya gideriz. Bitmesini isteriz çabucak ki gidip birşeyler içelim. Orada da yine zamanın çabuk geçmesini bekleriz. Güzel bir yazı okuruz. Uzun gelir, yarısında bırakırız. Sonuna kadar okumaya zamanımız yoktur çünkü. Bir kitap okuruz. Okuyamayız. Sıkılırız. Hareketli ve müthiş sürükleyici değilse o kitabın edebi değerinin hiçbir kıymeti yoktur. Baştan sonra okumak için gereken sabrımız yoktur çünkü. Sonra başlar baştan almalar..
Bir ilişki yaşarız. Tüm aşamaların çabucak olup bitmesini bekleriz. Herşeyi bir anda yaşamayı. Mutlu olmayı. Sonra ise, herşeyi tükettikten sonra, sıkılıp ayrılır ve yeni birini alırız hayatımıza. Bazı konularda sorunlar yaşarız ilişkimizde. Bunların çözümünü karşı taraftan talep ederiz ama hemen olmasını bekleriz bu çözümlerin. Gecikmesine tahammülümüz yoktur. Ya hemen olmalıdır, ya da ayrılıp kendi yolumuza bakmalıyızdır. Gecikmeye tahammülümüz yoktur.
Metroda yürürüz. Yanımızda sokak müzisyenleri müzik yapar. Çok da güzel çalıp söylüyorlardır. Durup orada, en azından birkaç dakika, dinlemek yerine onları, yürüyüp geçeriz yanlarından. Birkaç saniyesini dinleyerek o güzel müziğin. Vicdanımızı rahatlatmak amaçlı olarak da birkaç lira bırakırız önlerine müzisyenlerin. Oradaki müzisyenlerin biraz para kazanmanın dışında müziklerinin dinlenmesini beklemeleri umrumuzda değildir. Acelemiz vardır ve gitmemiz gerekmektedir. Geç kalıyoruzdur çünkü.
Hastalanırız. Doktora gideriz. Doktor stresten uzak durmamızı önerir. Çünkü hastalığınızın nedenidir stres. Doktor konuşurken bile bitirsin de gidelim diye düşünürüz. Zaman kaybediyoruzdur orada. Sağlığımız gider ama umrumuzda olan bu değildir.
Sonra?.. Sonra da bir de bakarız hayatımızın sonuna gelmişiz. 'Keşke'lerden keşke beğen o zaman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder