Vasconcelos, müthiş bir yazar, evet..
Şeker Portakalı kitabı ve filmiyle ilgili yazmıştım. Filmini çok beğenince anlatmak gerekti başkalarına da.. Ve bu yazı çıktı işte sonuçta. İzlemeyen halen daha varsa, fırsatını bulup bir şekilde izlesin derim. Film iyiydi gerçekten de.. Birkaç ufak tefek konunun güncellenmesi dışında kitaba bağlı olması en sevdiğim yanıydı filmin.
Dün ise başka birşey oldu. Sabah Açıköğretim sınavım vardı saat 09.30'da. 10.00'da da bitti zaten. Sınavdan çıkıp da eve gidince evin kapısında farkettim anahtarı yanıma almamış olduğumu. Evde de kimse olmayınca iki seçenek kalıyordu bana: Biri Karaköy'e gidip anahtarı ablamdan alıp eve dönmek ve öğleden sonraki sınava öyle girmek. İkincisi ise kardeşimin tavsiyesiyle gidip bir kitap alarak onu okuyarak bu zamanı değerlendirmek.
İnsanlar konfor alanı içinde oldukça rahattır. Ben o alanı çok severim. Fakat bazen dışına çıkmak da gerekebilir. Böyle birşey oldukça basit olmasına rağmen biraz kafamı kurcaladı ve yapmaya karar verdim. Kırtasiyeye gidip kitaplara bakınca aralarından seçmek o kadar da kolay olmadı. İstediğim birçok kitap vardı orada ama kalındı hepsi de. Elime her aldığımı diğerlerine biraz bakınca geri bırakıyordum. 15-20dk civarı sürdü bu. Kitap okumak için sürem azalıyordu bir yandan, ben de sabırsızlanıyordum. "En doğru" kitabı almam gerektiğini düşünüyordum. Orada Dostoyevski, Paulo Coelho, Tolstoy, Charles Dickens gibi çok sevdiğim yazarların kitapları arasında gidip gelirken Vasconcelos'u gördüm. O anda karar verdim ve o kitabı aldım.
Çıplak Sokak'tı kitap. Hiç duymamıştım adını. Ama yazarını biliyordum. Şeker Portakalı ile olmuştu Vasconcelos ile ilk tanışmam. Sene bilmem kaç. Bunu Güneşi Uyandıralım ve Deli Fişek izlemişti.. Kardeşim Rüzgar, Kardeşim Deniz okuduğum son Vasconcelos kitabı olmuştu. Hepsini de ayrı ayrı çok sevmiştim. Durum böyle olunca Vasconcelos'a karşı da farklı bir hayranlık oluşmaya başlamıştı bende. Hani bazı yazarlar vardır ya, ne yazarsa yazsın hemen o kitabı alıp okumak istersin. Dostoyevski öyle benim için. Paulo Coelho da. Victor Hugo da. Vasconcelos da yeni yeni olmuş durumda. İşte bu nedenlerden dolayı görünce Vasconcelos adını, hemen aldım kitabı daha fazla düşünmeye gerek olmadığını düşünerek..
Ataköy'e gittim ve Atrium'un dış tarafında bi kafede oturup başladım okumaya. Yine yazar kendi tarzını konuşturmuştu. Hayatın içinden, tamamen gerçekte hayatta karşılaşabileceğimiz gibi karakterlerden oluşan bir roman yazmıştı. Henüz daha çok ilerleyebildiğimi söyleyemem kitapta ama biraz ilerledikten sonra ciddi olarak hoşuma gitti.
Düşünüyorum da, hayat sanırım böyle, konfor alanımızdan çıktığımızda, daha bi güzel ve özel oluyor. Ve tüm güzelliklerini önümüze seriyor. Çok fazla düşünmeden, çok fazla irdelemeden. Sadece yaparak.
Şeker Portakalı kitabı ve filmiyle ilgili yazmıştım. Filmini çok beğenince anlatmak gerekti başkalarına da.. Ve bu yazı çıktı işte sonuçta. İzlemeyen halen daha varsa, fırsatını bulup bir şekilde izlesin derim. Film iyiydi gerçekten de.. Birkaç ufak tefek konunun güncellenmesi dışında kitaba bağlı olması en sevdiğim yanıydı filmin.
Dün ise başka birşey oldu. Sabah Açıköğretim sınavım vardı saat 09.30'da. 10.00'da da bitti zaten. Sınavdan çıkıp da eve gidince evin kapısında farkettim anahtarı yanıma almamış olduğumu. Evde de kimse olmayınca iki seçenek kalıyordu bana: Biri Karaköy'e gidip anahtarı ablamdan alıp eve dönmek ve öğleden sonraki sınava öyle girmek. İkincisi ise kardeşimin tavsiyesiyle gidip bir kitap alarak onu okuyarak bu zamanı değerlendirmek.
İnsanlar konfor alanı içinde oldukça rahattır. Ben o alanı çok severim. Fakat bazen dışına çıkmak da gerekebilir. Böyle birşey oldukça basit olmasına rağmen biraz kafamı kurcaladı ve yapmaya karar verdim. Kırtasiyeye gidip kitaplara bakınca aralarından seçmek o kadar da kolay olmadı. İstediğim birçok kitap vardı orada ama kalındı hepsi de. Elime her aldığımı diğerlerine biraz bakınca geri bırakıyordum. 15-20dk civarı sürdü bu. Kitap okumak için sürem azalıyordu bir yandan, ben de sabırsızlanıyordum. "En doğru" kitabı almam gerektiğini düşünüyordum. Orada Dostoyevski, Paulo Coelho, Tolstoy, Charles Dickens gibi çok sevdiğim yazarların kitapları arasında gidip gelirken Vasconcelos'u gördüm. O anda karar verdim ve o kitabı aldım.
Çıplak Sokak'tı kitap. Hiç duymamıştım adını. Ama yazarını biliyordum. Şeker Portakalı ile olmuştu Vasconcelos ile ilk tanışmam. Sene bilmem kaç. Bunu Güneşi Uyandıralım ve Deli Fişek izlemişti.. Kardeşim Rüzgar, Kardeşim Deniz okuduğum son Vasconcelos kitabı olmuştu. Hepsini de ayrı ayrı çok sevmiştim. Durum böyle olunca Vasconcelos'a karşı da farklı bir hayranlık oluşmaya başlamıştı bende. Hani bazı yazarlar vardır ya, ne yazarsa yazsın hemen o kitabı alıp okumak istersin. Dostoyevski öyle benim için. Paulo Coelho da. Victor Hugo da. Vasconcelos da yeni yeni olmuş durumda. İşte bu nedenlerden dolayı görünce Vasconcelos adını, hemen aldım kitabı daha fazla düşünmeye gerek olmadığını düşünerek..
Ataköy'e gittim ve Atrium'un dış tarafında bi kafede oturup başladım okumaya. Yine yazar kendi tarzını konuşturmuştu. Hayatın içinden, tamamen gerçekte hayatta karşılaşabileceğimiz gibi karakterlerden oluşan bir roman yazmıştı. Henüz daha çok ilerleyebildiğimi söyleyemem kitapta ama biraz ilerledikten sonra ciddi olarak hoşuma gitti.
Düşünüyorum da, hayat sanırım böyle, konfor alanımızdan çıktığımızda, daha bi güzel ve özel oluyor. Ve tüm güzelliklerini önümüze seriyor. Çok fazla düşünmeden, çok fazla irdelemeden. Sadece yaparak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder